• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

A'râf Suresi Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
A'râf Suresi

Hakkında​

Mekke döneminde inmiştir. 163-170. âyetlerin Medine döneminde indiğini söyleyen âlimler de vardır. 206 âyettir. Sûre, adını 46. ve 48. âyetlerde geçen“el-A’râf ” kelimesinden almıştır. “el-A’râf ”, yüksek yerler, yüksek mevkiler demektir. Sûrede temel konu olarak, ilâhî vahyin doğruluğu ve vahye duyulan ihtiyaç işlenmektedir.

Nuzül​


Mushaftaki sıralamada 7., iniş sırasına göre 39. sûredir. Sâd sûresinden sonra, Cin sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. 163-170. âyetlerinin Medine’de indiği de rivayet edilir. Âyet sayısı itibariyle Mekke’de inen sûrelerin en uzunudur, Kur’an’da da en uzun sûrelerin üçüncüsüdür. Bu sebeple “es-seb‘u’t-tıvâl” (yedi uzun sûre) arasında gösterilir. Ayrıca En‘âm sûresiyle birlikte “iki uzun sûre” diye de anılır (İbn Âşûr, VIII/2, s. 5-6).



Konusu​


Üslûp ve muhteva bakımından bir önceki sûrenin (En‘âm) devamı gibi görünen A‘râf sûresinde de iman meseleleri, bilhassa âhiretle ilgili hususlarla vahyin önemi, ataları körü körüne taklit etmenin yanlışlığı ve zararları, müminlerle inkârcıların âhiretteki durumlarının mukayesesi, Allah’ın mutlak hükümranlığı, rahmetinin genişliği gibi itikadî konular işlenir. Bunun yanında geçmiş peygamberlerin hayatlarından misaller verilerek onların iman uğrundaki mücadeleleri gözler önüne serilir; sırası geldikçe müşrikler uyarılır; müminlere de sabır ve sebat tavsiye edilir.



Fazileti​


Nesâî’nin naklettiği bir hadise göre Resûlullah, akşam namazının ilk rek‘atında Fâtiha’dan sonra bu sûrenin bir bölümünü, ikinci rek‘atında da kalan bölümünü okurdu (“İftitâh”, 67).
 
A'râf Suresi - 100-101-102 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اَوَلَمْ يَهْدِ لِلَّذٖينَ يَرِثُونَ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ اَهْلِهَٓا اَنْ لَوْ نَشَٓاءُ اَصَبْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْۚ وَنَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ
    ﴿١٠٠﴾
  • تِلْكَ الْقُرٰى نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْـبَٓائِهَاۚ وَلَقَدْ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا مِنْ قَبْلُؕ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الْكَافِرٖينَ
    ﴿١٠١﴾
  • وَمَا وَجَدْنَا لِاَكْثَرِهِمْ مِنْ عَهْدٍۚ وَاِنْ وَجَدْنَٓا اَكْثَرَهُمْ لَفَاسِقٖينَ
    ﴿١٠٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾100﴿
(Eski) sahiplerinden sonra yeryüzüne vâris olanlara hâlâ şu gerçek belli olmadı mı! Biz dileseydik onları da günahlarından dolayı musibetlere uğratırdık. Biz onların kalplerini mühürleriz de onlar (gerçekleri) işitemezler.

﴾101﴿
İşte o ülkeler! Onların haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Andolsun ki peygamberleri onlara apaçık deliller getirmişti. Fakat onlar önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler.

﴾102﴿
Onların çoğunda, sözünde durma diye bir şey bulamadık. Gerçek şu ki, onların çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Arz”dan maksat, yukarıda kıssaları anlatılan kavimlerin yaşadığı topraklar; “yeryüzüne vâris olanlar” ise Kur’an’ın indiği dönemde o topraklarda eski kavimlerin yerlerine yerleşip yurt kuran Arap topluluklarıdır, bunların başında da Kur’an’ın ilk muhatabı olan Mekkeliler geliyordu.
Önceki âyetlerde, geçmişteki beş peygamberin (Nûh, Hûd, Sâlih, Lût, Şuayb) kavimlerinin kıssalarından örnekler verilerek, bu peygamberlerin getirdikleri açık seçik mesajlara, belgelere veya mûcizelere (beyyinât) rağmen, inkârcılıkta direnen eski toplumların mâruz kaldıkları felâketler anlatılmıştı. Bu âyetlerde ise İslâm davetine muhatap olanların, bu olup bitenlerden ders almaları istenmektedir. 100. âyette Hz. Peygamber’in muhatapları iki tehlike karşısında uyarılmaktadır: Onlar eğer iman etmezlerse ya herhangi bir yıkımla yok olup gidecekler veya –hayatta kalsalar bile– küfürde ısrar ve inat etmeleri yüzünden Allah onların kalplerini mühürleyecektir (Râzî, XIV, 187). Burada iki defa geçen “kalplerin mühürlenmesi” Kur’an üslûbunda genellikle, inkâr ve kötülükte direnen insanların, zamanla akıllarını kullanma ve sağlıklı düşünme yeteneklerini kaybetmeleri, giderek artan bir taassupla sapık inanç ve yaşayışa şartlanmaları şeklindeki zihin ve ruh halini ifade eder. Genel planda evrendeki bütün oluşlar Allah’ın kuşatıcı iradesiyle gerçekleştiği için bu şartlanma “Allah’ın kalpleri mühürlemesi” şeklinde ifade edilmiştir. Nitekim 101. âyetteki “Fakat onlar önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi” şeklinde çevrilen bölüm de insanın daha önce inkâr ettiği şeyleri kabul etmesinin veya inanıp benimsediği şeyleri terk ve reddetmesinin güçlüğüne işaret etmektedir.
Müfessirler, 102. âyetteki ahd kelimesini çoğunlukla “Allah’ın Hz. Âdem’in sulbüne, soyuna ve dolayısıyla bütün insanların fıtratına bahşettiği hakkı ve hakikati bulma, kabul etme meyli, her insanın yaratılışının en başında potansiyel olarak sahip kılındığı iman ve iyilik istidadı” anlamında açıklamışlardır. Kur’an’da, insanın böyle bir olumlu eğilim ve istidadı varlığının özünde saklayarak dünyaya gelmesi, onun Allah’a karşı olan bir tür ahdi ve borcu, buna karşılık mükellef bir insan haline geldikten sonra fıtrat dinini tanımayarak bâtıl inançlara, çirkin davranışlara sapması da “Allah’ın ahdini bozma” şeklinde dile getirilir.



103. Bu sûrenin 59. âyetinden 102. âyetine kadar olan bölümünde, daha önce yaşamış ve risâleti sona ermiş bulunan bazı eski peygamberler ve onların tebliğlerinde yer alan başlıca esaslar hakkında bilgiler verildikten sonra 103. âyetle, Kur’an-ı Kerîm’in inzâli sırasında varlığını sürdüren İsrâiloğulları’nın dinî tarihine dair bilgilere geçilmektedir. 156. âyete kadar devam eden bu bilgilerden sonra Hz. Muhammed’in risâletinin kesinliğini vurgulayan iki âyetin ardından İsrâiloğulları hakkındaki açıklamalar sürdürülecektir.
Eski Mısır dilinde “büyük ev” anlamındaki per’ao (veya per’aâ) kelimesinden gelen fir‘avn (firavun) kelimesinin İbrânîce veya Süryânîce’den Arapça’ya geçtiği sanılmaktadır. Kelime, milâttan önce 1370’lerde “kral” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Eski Mısır inancında firavun hem kral hem de tanrının oğlu ve dolayısıyla tanrı sayılıyordu.
Eski Ahid’de firavun kelimesi otuz dokuz yerde yalın bir unvan olarak, iki yerde de Kral Neko ve Kral Hofra’nın isimleriyle birlikte geçmektedir. Kur’an-ı Kerîm’de yetmiş dört defa tekrarlanan firavun kelimesi sadece Hz. Mûsâ dönemindeki Mısır kralını ifade etmekle birlikte, asıl ismi verilmemektedir. Yahudi kaynaklarında, İsrâiloğulları’na zulmeden firavunlar olarak I. Seti, onun oğlu II. Ramses ve II. Ramses’in oğlu Menephtah’ın isimleri anılır. İslâmî kaynaklara göre ise firavun Amâlika krallarının unvanıdır. Bunlardan Reyyân b. Velîd, Hz. Yûsuf’un dinini kabul etmiş; fakat onun yerine geçen Kābûs b. Mus‘ab ve daha sonra gelen Ebü’l-Abbas b. Velîd inkârcılığa sapmışlardır. Özellikle sonuncusu Hz. Mûsâ’nın mücadele ettiği kral olup firavunların en zalimi idi (ayrıntılı bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 118-121; İsrâiloğulları için bk. Bakara 2/83 vd.; Mûsâ için bk. Kasas 28/ 7 vd.).
Âyette, yukarıda kıssaları anlatılan peygamberlerden sonra, onların temel öğretilerini ihya etmek üzere, mûcizelerle desteklenmiş olarak Hz. Mûsâ’nın gönderildiği; fakat Firavun ve çevresindeki vezirler, kâhinler, kumandanlar, danışmanlar vb. ileri gelenlerin, eski dönemlerdeki benzerleri gibi küfürde direndikleri bildirilmektedir. Buradaki “zalemû” (zulmettiler) kelimesi çoğunlukla “Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeleri inkâr ettiler” mânasında açıklanmaktadır. Nitekim Lokmân sûresinin 13. âyetinde “Çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuş; diğer birçok âyette zulüm kelimesi küfür veya şirk mânasında kullanılmıştır. Bununla birlikte âyet, “Firavun ve önde gelen adamları, halkın Mûsâ’ya ve onun peygamberliğini kanıtlayan delillere inanmalarını engelleyerek onlara kötülük ettiler” anlamında da yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, II, 136; İbn Âşûr, IX, 35-36). Âyetin sonunda Firavun ve adamlarının “fesatçılar” şeklinde nitelenmesi de bu yorumu destekler mahiyettedir. Ancak âyette inkârcılığın, hem bireylerin ruhlarını ve amelî hayatlarını hem de toplumsal düzeni ve değerler dünyasını fesada uğratan en büyük bozgunculuk olduğuna işaret edildiği de düşünülebilir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 561-562
 
A'râf Suresi - 103 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهٖ فَظَلَمُوا بِهَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِدٖينَ
    ﴿١٠٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾103﴿
Sonra onların ardından Mûsâ’yı mûcizelerimizle Firavun ve yakın çevresine gönderdik; onlar ise mûcizeleri inkâr ettiler; ama gör işte fesatçıların sonu ne oldu!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bu sûrenin 59. âyetinden 102. âyetine kadar olan bölümünde, daha önce yaşamış ve risâleti sona ermiş bulunan bazı eski peygamberler ve onların tebliğlerinde yer alan başlıca esaslar hakkında bilgiler verildikten sonra 103. âyetle, Kur’ân-ı Kerîm’in inzâli sırasında varlığını sürdüren İsrâiloğulları’nın dinî tarihine dair bilgilere geçilmektedir. 156. âyete kadar devam eden bu bilgilerden sonra Hz. Muhammed’in risâletinin kesinliğini vurgulayan iki âyetin ardından İsrâiloğulları hakkındaki açıklamalar sürdürülecektir.

Eski Mısır dilinde “büyük ev” anlamındaki per’ao (veya per’aâ) kelimesinden gelen fir‘avn (firavun) kelimesinin İbrânîce veya Süryânîce’den Arapça’ya geçtiği sanılmaktadır. Kelime, milâttan önce 1370’lerde “kral” anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Eski Mısır inancında firavun hem kral hem de tanrının oğlu ve dolayısıyla tanrı sayılıyordu.

Eski Ahid’de firavun kelimesi otuz dokuz yerde yalın bir unvan olarak, iki yerde de Kral Neko ve Kral Hofra’nın isimleriyle birlikte geçmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de yetmiş dört defa tekrarlanan firavun kelimesi sadece Hz. Mûsâ dönemindeki Mısır kralını ifade etmekle birlikte, asıl ismi verilmemektedir. Yahudi kaynaklarında, İsrâiloğulları’na zulmeden firavunlar olarak I. Seti, onun oğlu II. Ramses ve II. Ramses’in oğlu Menephtah’ın isimleri anılır. İslâmî kaynaklara göre ise firavun Amâlika krallarının unvanıdır. Bunlardan Reyyân b. Velîd, Hz. Yûsuf’un dinini kabul etmiş; fakat onun yerine geçen Kåbûs b. Mus‘ab ve daha sonra gelen Ebü’l-Abbas b. Velîd inkârcılığa sapmışlardır. Özellikle sonuncusu Hz. Mûsâ’nın mücadele ettiği kral olup firavunların en zalimi idi (ayrıntılı bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 118-121; İsrâiloğulları için bk. Bakara 2/83 vd.; Mûsâ için bk. Kasas 28/ 7 vd.).

Âyette, yukarıda kıssaları anlatılan peygamberlerden sonra, onların temel öğretilerini ihya etmek üzere, mûcizelerle desteklenmiş olarak Hz. Mûsâ’nın gönderildiği; fakat Firavun ve çevresindeki vezirler, kâhinler, kumandanlar, danışmanlar vb. ileri gelenlerin, eski dönemlerdeki benzerleri gibi küfürde direndikleri bildirilmektedir. Buradaki “zalemû” (zulmettiler) kelimesi çoğunlukla “Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeleri inkâr ettiler” mânasında açıklanmaktadır. Nitekim Lokmân sûresinin 13. âyetinde “Çünkü O’na ortak koşmak kesinlikle çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuş; diğer birçok âyette zulüm kelimesi küfür veya şirk mânasında kullanılmıştır. Bununla birlikte âyet, “Firavun ve önde gelen adamları, halkın Mûsâ’ya ve onun peygamberliğini kanıtlayan delillere inanmalarını engelleyerek onlara kötülük ettiler” anlamında da yorumlanmıştır (bk. Zemahşerî, II, 136; İbn Âşûr, IX, 35-36). Âyetin sonunda Firavun ve adamlarının “fesatçılar” şeklinde nitelenmesi de bu yorumu destekler mahiyettedir. Ancak âyette inkârcılığın, hem bireylerin ruhlarını ve amelî hayatlarını hem de toplumsal düzeni ve değerler dünyasını fesada uğratan en büyük bozgunculuk olduğuna işaret edildiği de düşünülebilir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 564-565
 
A'râf Suresi - 104-105 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَقَالَ مُوسٰى يَا فِرْعَوْنُ اِنّٖي رَسُولٌ مِنْ رَبِّ الْعَالَمٖينَۚ
    ﴿١٠٤﴾
  • حَقٖيقٌ عَلٰٓى اَنْ لَٓا اَقُولَ عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّؕ قَدْ جِئْتُكُمْ بِبَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَرْسِلْ مَعِيَ بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَؕ
    ﴿١٠٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾104﴿
Mûsâ dedi ki: “Ey Firavun! Ben âlemlerin rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.”

﴾105﴿
“Allah hakkında gerçek olandan başkasını söylememek benim üzerime borçtur. Size rabbinizden açık bir delil getirdim. Artık İsrâiloğulları’nı benimle birlikte serbest bırak.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Mûsâ, “Ben âlemlerin rabbi tarafından görevlendirilmiş bir elçiyim” demekle hem risâletle görevlendirilmiş olduğunu ilân etmiş hem de –yüce Allah âlemlerin rabbi olduğuna göre– Firavun’un tanrılık iddiasının geçersiz sayılması gerektiğini ima etmiş oluyordu. Ayrıca o, bütün peygamberler gibi kendisinin de ilk görevinin Allah hakkında gerçeği söylemek olduğunu; bildireceklerinin kuru birer iddia olmayıp bu hususta açık bir “hüccet”e yani aklî kanıtlara veya mûcizelere dayandığını açıkladı (İbn Âşûr, IX, 39).
Hz. Yûsuf’un Mısır’da bir üst düzey görevde bulunduğu sırada İsrâil adıyla da bilinen Hz. Ya‘kūb ve on bir oğlu da Mısır’a göçmüşler; uzun süre itibarlı bir topluluk olarak yaşamışlardı. Ancak Mısır’da yönetimin el değiştirmesi üzerine, İsrâiloğulları, giderek çoğalmaları yanında, geniş topraklara sahip olmaları ve savaşlar sırasında Mısırlılar’ı arkadan vurmaları ihtimalinin bulunması gibi siyasî ve ekonomik sebeplerle tehlikeli görülmeye başlayıp itibar kaybına uğradılar ve zamanla parya konumuna düşürülerek geri ve ağır işlerde istihdam edilir oldular. Erkek çocuklarının öldürülmesi kararı da nüfus artışının önlenmesi amacına yönelikti (bk. Çıkış, 1/8-17, 22). İşte aynı soydan bir peygamber olan Hz. Mûsâ, Tevrat’ta bildirildiğine göre (bk. Çıkış, 12/40) 400 yılı aşkın bir zamandır Mısır’da yaşayan kavmini bu alçaltıcı durumlardan kurtarmak için, Allah’ın buyruğu uyarınca (bk. Tâhâ 20/47), Firavun’dan, kavmini serbest bırakıp kendisiyle birlikte Mısır’dan Sînâ’ya dönmelerine izin vermesini istedi.

Kaynak :
 
A'râf Suresi - 106-107-108 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالَ اِنْ كُنْتَ جِئْتَ بِاٰيَةٍ فَأْتِ بِهَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقٖينَ
    ﴿١٠٦﴾
  • فَاَلْقٰى عَصَاهُ فَاِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُبٖينٌۚ
    ﴿١٠٧﴾
  • وَنَزَعَ يَدَهُ فَاِذَا هِيَ بَيْضَٓاءُ لِلنَّاظِرٖينَࣖ
    ﴿١٠٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾106﴿
Firavun şöyle dedi: “Eğer bir mûcize getirdiysen ve gerçekten doğru söylüyorsan onu göster bakalım.”

﴾107﴿
Bunun üzerine Mûsâ asâsını yere attı. Bir de baktılar ki apaçık bir yılan!

﴾108﴿
Ve elini çıkardı. Bir de ne görsünler, o da seyredenlerin gözleri önünde bembeyaz oluvermiş!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Firavun, Hz. Mûsâ’nın tebliğinde gerçeği söylediği ve sağlam kanıtlara dayandığı şeklindeki açıklamalarını yeterli bulmayıp kendisinden doğruluğunu kanıtlayacak bir mûcize göstermesini isteyince Hz. Mûsâ iki mûcize sergiledi: Asânın bir anda yılana dönüşmesi ve –esmer tenli olduğu halde– elini cebinden çıkarınca renginin, olayı takip edenlerin gözleri önünde ve onları hayrete düşürecek şekilde bembeyaz hale gelmesi. Aynı mûcizeler Tevrat’ta da zikredilmektedir (Çıkış, 4/2-8).
Her ne kadar bu mûcizeleri bildiren âyetler, kelâm âlimlerince “mülhidler” diye nitelenen bir grup tarafından çeşitli şekillerde (meselâ elin beyazlanması mûcizesi, Mûsâ’nın güçlü ve açık seçik kanıtlar göstermesi tarzında) te’vil edilerek mûcizenin inkârı yoluna gidilmişse de, Sünnî müfessirler bu tür te’villeri, konuyla ilgili mütevâtir bilgilerin kabul edilmemesi ve peygamberin yalanlanması anlamına geldiğini savunarak reddetmişlerdir (bk. Râzî, XIV, 196).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 566
 
A'râf Suresi - 109-110 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اِنَّ هٰذَا لَسَاحِرٌ عَلٖيمٌۙ
    ﴿١٠٩﴾
  • يُرٖيدُ اَنْ يُخْرِجَكُمْ مِنْ اَرْضِكُمْۚ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
    ﴿١١٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾109﴿
Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Bu gerçekten çok bilgili bir sihirbazdır.”

﴾110﴿
“Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor.” Firavun, “Peki ne buyurursunuz?” (dedi.)

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Firavun’un erkânı, Hz. Mûsâ’nın belirtilen iki mûcizesini görünce, bunları ancak çok bilgili ve usta bir sihirbazın yapabileceğini söyleyip onun gerçekte Firavun ve çevresindekileri Mısır’dan çıkararak hâkimiyeti ele geçirme planı içinde olduğunu ileri sürdüler. Şuarâ sûresinde (26/34-35) bu fikirler doğrudan doğruya Firavun’a isnat edilir. Şu halde, çevresindekiler gibi Firavun da Mûsâ hakkında aynı asılsız kanaate sahipti. Zemahşerî’ye göre bu kanaate önce Firavun varmış, bunu adamlarına anlatmış, daha sonra onlar da aynı kaygıyı Firavun’un veya halkın huzurunda tekrar etmiş olabilirler (II, 139). Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre gerek Firavun gerekse danışmanları, Mûsâ’nın ortaya çıkışını hayli ciddiye almışlardı. Muhtemelen onlar, Mûsâ’da, sıradan bir yabancı olmasının ötesinde, Mısır’da Hz. Yûsuf döneminden sonra itibar kaybedip parya durumuna düşürülen İsrâiloğulları’na kendisini kabul ettirecek, onları bilinçlendirerek Firavun idaresinin siyasetine karşı harekete geçirecek bir kabiliyet sezmişlerdi; hatta Hz. Mûsâ’nın hükümdar sarayında yetiştiğini öğrenmiş ve bu sayede bir liderlik vasfı kazandığını da düşünmüşlerdi. Buna rağmen yine de başlangıçta onu öldürmeyi düşünmemeleri ilgi çekicidir. Müfessirler genellikle bunu, Mûsâ’nın sihirbazlar karşısındaki başarısından korkmalarına bağlarlar (ayrıca bk. 127. âyetin tefsiri).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 566-567
 
A'râf Suresi - 111-112 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالُٓوا اَرْجِهْ وَاَخَاهُ وَاَرْسِلْ فِي الْمَدَٓائِنِ حَاشِرٖينَۙ
    ﴿١١١﴾
  • يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلٖيمٍ
    ﴿١١٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾111﴿
Dediler ki: “Onu da kardeşini de beklet; şehirlere toplayıcılar (memurlar) yolla.”

﴾112﴿
“Bütün bilgili sihirbazları sana getirsinler.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Başka âyetlerde bildirildiğine göre Firavun’un sarayına Mûsâ ile birlikte –ondan üç yaş büyük olan– kardeşi Hârûn da gitmişti (bk. Yûnus 10/75; Tâhâ 20/42-43). Firavun’un danışmanları, Mûsâ’nın bir sihirbaz olduğu kanıtlanırsa, halkının gözünde itibar kazanmasının önlenebileceğini ve böylece bu meselenin halledilebileceğini düşündükleri için Firavun’a, Mûsâ’yı Hârûn’la birlikte bir süre bekletmesini, kendi usta sihirbazlarını toplayarak onların mârifetiyle Mûsâ’nın bir şarlatandan başka bir şey olmadığını halka kanıtlamasını tavsiye ettiler.
Bu âyetler, o dönemde sihrin yaygın olduğunu ve insanların sihir yarışmalarına alışık bulunduğunu göstermektedir. Kelâm bilginleri, çeşitli devirlerdeki peygamberlerin gösterdikleri mûcizelerin, daha çok o devirlerdeki toplumların değer verip ilgi duydukları konulara ilişkin olduğunu belirtirler. Nitekim Hz. Mûsâ döneminde sihir yaygın olduğu için onun mûcizeleri sihirbazları mağlûp edecek hârikalar şeklinde, Hz. Îsâ’nın döneminde çeşitli hastalıklar yaygın olduğu için onun mûcizeleri iflâh olmaz hastaları iyileştirmesi, Hz. Muhammed döneminde ise fesâhat ve belâgata itibar edildiği için onun ortaya koyduğu en büyük mûcize de Arap şiirinin en seçkin örneklerinin bile yanında sönük kaldığı Kur’an-ı Kerîm şeklinde tezahür etmiştir (Râzî, XIV, 200. Sihir hakkında geniş bilgi için bk. Bakara 2/102).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 567-568
 
A'râf Suresi - 113-114 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَجَٓاءَ السَّحَرَةُ فِرْعَوْنَ قَالُٓوا اِنَّ لَنَا لَاَجْراً اِنْ كُنَّا نَحْنُ الْغَالِبٖينَ
    ﴿١١٣﴾
  • قَالَ نَعَمْ وَاِنَّكُمْ لَمِنَ الْمُقَرَّبٖينَ
    ﴿١١٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾113﴿
Sihirbazlar Firavun’a geldiler; “Eğer üstün gelen biz olursak bize muhakkak bir ödül olmalıdır” dediler.

﴾114﴿
O da “Tamam; ayrıca sizler mutlaka yakınlarımdan olacaksınız” dedi.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Danışmanlarının teklifi üzerine Firavun tarafından celbedilen sihirbazların ondan ödül beklediklerini açıklamaları, onların hem yüksek bir itibara sahip bulunduklarını hem de sihirdeki ustalıklarıyla Mûsâ’yı mağlûp edeceklerinden emin olduklarını (İbn Âşûr, IX, 46), Firavun’un onlara beklediklerinden daha fazlasını vaad etmesi de onun her şeye rağmen Hz. Mûsâ’nın başarılı olmasından duyduğu endişeyi gösterir.



Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 568
 
A'râf Suresi - 115-116 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِمَّٓا اَنْ تُلْقِيَ وَاِمَّٓا اَنْ نَكُونَ نَحْنُ الْمُلْقٖينَ
    ﴿١١٥﴾
  • قَالَ اَلْقُواۚ فَلَمَّٓا اَلْقَوْا سَحَرُٓوا اَعْيُنَ النَّاسِ وَاسْتَرْهَبُوهُمْ وَجَٓاؤُ۫ بِسِحْرٍ عَظٖيمٍ
    ﴿١١٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾115﴿
Sihirbazlar dediler ki: “Ey Mûsâ! Sen mi atacaksın (asânı), yoksa (ilk) atan biz mi olalım?”

﴾116﴿
“Siz atın” dedi. Onlar atınca insanların gözlerini büyülediler, içlerine korku saldılar ve böylece büyük bir büyü gösterisi yaptılar.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Gösteri alanına, sihir aletleri olan sopaları ve ipleriyle gelen sihirbazlar, ustalıklarına güvendikleri ve kazanacaklarından emin oldukları için, gösteriye kimin önce başlayacağı hususundaki seçme hakkını, kendileri gibi bir sihirbaz olduğunu düşündükleri Hz. Mûsâ’ya bıraktılar. Buna karşılık Mûsâ’nın “Siz atın” şeklinde kesin bir cevapla mukabele etmesi de onun Allah’ın izniyle başarılı olacağına güvendiğini göstermektedir.
Bazı tefsirlerde ve kısas-ı enbiyâ kitaplarında büyücülerin sayıları hakkında, 72 ile 200 küsur bin arasında değişen rakamlar verilmekteyse de İbn Atıyye’nin de ifade ettiği gibi (VII, 131) bu açıklamaların hepsi dayanaksızdır. Bununla birlikte 112. âyet sihirbazların sayılarının çokluğuna işaret etmektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 569-570
 
A'râf Suresi - 117-118-119 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰٓى اَنْ اَلْقِ عَصَاكَۚ فَاِذَا هِيَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَۚ
    ﴿١١٧﴾
  • فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَۚ
    ﴿١١٨﴾
  • فَغُلِبُوا هُنَالِكَ وَانْقَلَبُوا صَاغِرٖينَۚ
    ﴿١١٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾117﴿
Biz de Mûsâ’ya “Asânı at!” diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor!

﴾118﴿
Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yaptıklarının asılsız olduğu anlaşıldı.

﴾119﴿
İşte Firavun ve kavmi orada yenildiler ve küçük düşüp yarıştan çekildiler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Mûsâ’ya Allah tarafından “Asânı at!” buyurulması, onun sergilediği hadisenin, bizâtihî kendisinin bir gösterisi veya bir büyüsü olmayıp Allah’ın iradesi uyarınca gerçekleşen bir mûcize olduğuna; ejderha haline dönüşen asânın yuttuğu şeylerden “onların uydurdukları şeyler” diye söz edilmesi de Firavun’un sihirbazlarınca sergilenen sihrin asılsızlığına işaret eder. Nitekim 118. âyette “Böylece gerçek ortaya çıktı...” buyurulmakla da sihirbazların gösterilerinin asılsız, Mûsâ’nın mûcizesinin de gerçekten vuku bulmuş bir hadise olduğu ifade edilmiştir. Âyetteki “batala” fiili de sihirbazların yaptıklarının hem asılsız olduğunu, yani gerçekten vuku bulmuş bir olay değil, aksine bir aldatmaca olduğunu hem de Firavun’un beklediği sonucu vermediğini göstermektedir. 119. âyette bunun bir yenilgi olduğu, Firavun ve adamlarının bu yenilgiyi kabul ederek küçük düşmüş bir vaziyette gösteri alanından çekildikleri bildirilmektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 570
 
A'râf Suresi - 120-122 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدٖينَۚ
    ﴿١٢٠﴾
  • قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمٖينَۙ
    ﴿١٢١﴾
  • رَبِّ مُوسٰى وَهٰرُونَ
    ﴿١٢٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾120﴿
Sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.

﴾121-122﴿
“Âlemlerin rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un rabbine iman ettik” dediler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sihirbazlar mağlûbiyetin ardından, sihrin bütün inceliklerini bilmelerine rağmen kendilerini mağlûbiyete uğratan bu hadisenin bir sihir olamayacağını; şu halde Mûsâ’nın hak peygamber, gösterdiklerinin de ancak bir mûcize olarak kabul edilmesi gerektiğini anlayarak Allah için secdeye kapandılar. Kıptîler’de âdet olduğu üzere, Firavun için yere kapandıkları sanılmasın diye de Mûsâ ve Hârûn’un rabbi olan Allah’a iman ettiklerini açık bir dille belirtme gereğini duydular.
Tevrat’ta asâ mûcizesi Hz. Hârûn’a nisbet edilmekte; Hârûn’un, bu mûcizeyi sihirbazlardan önce sergilediği bildirilmekte; ayrıca sihirbazların Mûsâ’ya iman ettiklerine dair de herhangi bir bilgi verilmemektedir (Çıkış, 7/9-13).

Kaynak :
 
A'râf Suresi - 123-124 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالَ فِرْعَوْنُ اٰمَنْتُمْ بِهٖ قَبْلَ اَنْ اٰذَنَ لَكُمْۚ اِنَّ هٰذَا لَمَكْرٌ مَكَرْتُمُوهُ فِي الْمَدٖينَةِ لِتُخْرِجُوا مِنْهَٓا اَهْلَهَاۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ
    ﴿١٢٣﴾
  • لَاُقَطِّعَنَّ اَيْدِيَكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ مِنْ خِلَافٍ ثُمَّ لَاُصَلِّبَنَّكُمْ اَجْمَعٖينَ
    ﴿١٢٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾123﴿
Firavun dedi ki: “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi? Şüphe yok ki bu, halkını şehirden çıkarmak için orada kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında göreceksiniz!”

﴾124﴿
“Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sihirbazlar, Mûsâ’ya iman edip onun tarafına geçtiklerini gayet açık olarak göstermişlerdi. Bu sebeple Firavun’un, “Ben size izin vermeden ona iman ettiniz öyle mi!” anlamına gelen sözü, bir soru olmayıp tehditten ibarettir. Nitekim “Ama yakında göreceksiniz” deyip bunun ardından vereceği cezaları sıralamasından da bu anlaşılmaktadır. “Ben size izin vermeden...” şeklindeki sözü de Firavun’un, neye inanıp neye inanmayacaklarına varıncaya kadar, onların her türlü tutum ve davranışlarına hükmettiğini, vicdanlarını baskı altında tuttuğunu göstermektedir.
Fahreddin er-Râzî’ye göre Firavun’un Mûsâ karşısındaki bu yenilgisi, onda aynı zamanda siyasî bir endişe de doğurdu. Zira bu olay halkın huzurunda cereyan etmişti ve bu gelişmeler karşısında halk da sihirbazları takip ederek Mûsâ’nın peygamberliğine inanıp onun peşine düşecekti. İşte bunu önlemek için onların Mûsâ’dan kuşku duymalarını sağlayacak iddialar ortaya attı. Buna göre sihirbazlar bir “tuzak” peşindeydi; yani Mûsâ’nın tebliğini kabul etmeleri, onun delilinin güçlü olmasından ileri gelmiyordu; aksine onlar, sihir gösterilerine girişmeden önce “Şu şu şartlarımızı yerine getirirsen sana inanırız” diye Mûsâ ile anlaşmışlardı. Firavun’un dile getirmediği asıl sıkıntısı ise karşılıksız iş gücünü kaybetmekti.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 570-571
 
A'râf Suresi - 125-126 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالُٓوا اِنَّٓا اِلٰى رَبِّنَا مُنْقَلِبُونَۚ
    ﴿١٢٥﴾
  • وَمَا تَنْقِمُ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاٰيَاتِ رَبِّنَا لَمَّا جَٓاءَتْنَاؕ رَبَّـنَٓا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْراً وَتَوَفَّـنَا مُسْلِمٖينَࣖ
    ﴿١٢٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾125﴿
Onlar, “Biz de rabbimize dönmüş oluruz” dediler;

﴾126﴿
“Sen, rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandık diye, sırf bu yüzden bizden intikam alıyorsun. Ey rabbimiz! Bize sabırlar ver ve müslüman olarak canımızı al!”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Firavun’un, öldürmeye kadar varan ağır tehditleri karşısında, eski sihirbazlar ve yeni müminler, hakikat üzere sebat gösterip inancına bağlı kalarak ölmenin, korkaklık göstererek münafıkça yaşamaktan daha şerefli bir tutum olduğunu cesaretle dile getirdiler ve bütün olacak kötü şeylere karşı metanetle direnmelerini sağlayacak bol sabırlar ihsan etmesi için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulundular. Kur’an’ın vermek istediği mesajla doğrudan ilgisi bulunmadığı için, ilgili âyetlerde, Firavun’un onlara açıkladığı cezaları uygulayıp uygulamadığı hakkında bilgi verilmemiştir.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 571
 
A'râf Suresi - 127 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَقَالَ الْمَلَأُ مِنْ قَوْمِ فِرْعَوْنَ اَتَذَرُ مُوسٰى وَقَوْمَهُ لِيُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ وَيَذَرَكَ وَاٰلِهَتَكَؕ قَالَ سَنُقَتِّلُ اَبْنَٓاءَهُمْ وَنَسْتَحْـيٖ نِسَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّا فَوْقَهُمْ قَاهِرُونَ
    ﴿١٢٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾127﴿
Firavun’un kavminden ileri gelenler dediler ki: “Seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi Mûsâ’yı ve kavmini serbest bırakacaksın?” Firavun, “Biz onların oğullarını sürekli öldürüp kızlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz” dedi.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Kızlar” diye çevirdiğimiz kelime âyet metninde nisâ (kadınlar) şeklinde geçmekle birlikte bundan kız çocukların kastedildiği açıktır. Erkek çocuklar öldürüldüğü ve dolayısıyla yetişmiş adam olma imkânını kaybettikleri için onlar ebnâ (oğullar) kelimesiyle anılırken kız çocukları sağ bırakılmaları sayesinde yetişip kadın olabildikleri için olacakları duruma itibar edilerek onlar da “nisâ” kelimesiyle anılmıştır.
Sihirbazlara karşı savurduğu tehditlerin, onları inanç ve kararlarından döndüremediğini gören Firavun, bu durum karşısında muhtemelen Mûsâ’yı serbest bırakmak istedi (Râzî, XIV, 210) veya danışmanlarıyla bundan sonra izlenmesi gereken tutumu görüştü. Çevresindekiler, onun gelişmelerden etkilenerek Mûsâ’yı serbest bırakacağını düşündükleri ve belki de sonuçta kendi konumlarının sarsılmasından kaygı duydukları için, Mûsâ ve ona inanan İsrâiloğulları’yla Kıptîler’in, ülkede fesat çıkaracaklarını yani halkı eski dinlerinden döndüreceklerini, Firavun’un kendisini de tanrılarını da reddedeceklerini belirterek, sihirbazları cezalandırırken onları serbest bırakmanın yanlış olacağı, şu halde onları da etkisiz hale getirmesi gerektiği hususunda onu uyardılar. Çünkü, âyette de ifade buyurulduğu üzere, o dönemde Mısırlılar çok tanrılı bir inanca sahip idiler; Firavun da tanrının oğlu sayılıyordu. Mûsâ’nın serbest bırakılması ise hem Firavun’un bu itibarının sarsılmasına hem de mevcut dinlerinden kopmalar olmasına yol açacaktı. Buna rağmen danışmanların Mûsâ hakkındaki önerilerinin Firavun tarafından benimsenmemesi ilgi çekicidir. Öyle görünüyor ki o, Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeden son derece etkilenmiş, şahsı adına kaygı ve korkuya kapılmıştır. Bununla birlikte görünüşte Mûsâ’dan korkmadığını ve onu ciddiye almadığını göstermek için (Râzî, XIV, 212) hapsetmek veya başka türlü bir işleme tâbi tutmak yerine, onun tarafına geçecek olanların erkek çocuklarını öldürmeyi düşündüğünü açıkladı. Bu suretle hem onları sürekli bir tehdit altında bulunduracak hem de sayılarının artmasını önleyecekti. Firavun, “Elbette biz onları ezecek güçteyiz” şeklindeki açıklamasıyla, esasen Mûsâ olayının kendisi için önemli bir mesele teşkil etmediğini, kimsenin endişeye kapılmasına da mahal olmadığını belirtmek istiyordu (İbn Atıyye, VII, 138).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 572--573
 
A'râf Suresi - 128 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اسْتَعٖينُوا بِاللّٰهِ وَاصْبِرُواۚ اِنَّ الْاَرْضَ لِلّٰهِࣞ يُورِثُهَا مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِهٖؕ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقٖينَ
    ﴿١٢٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾128﴿
Mûsâ kavmine dedi ki: “Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. O, kullarından dilediğini oraya hâkim kılar; (güzel) sonuç, takvâ sahiplerinindir.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Mûsâ, kendisine inananlara bir yandan Allah’a sığınıp dinleri ve özgürlükleri uğrunda sabırlı ve metanetli olmalarını emrederken bir yandan da dünyanın gerçek sahibinin Allah olduğunu, bütün zulümler gibi Firavun’un zulmünün de mutlaka son bulacağını, sonunda üstünlük ve başarıyı, dünya ve âhiret saadetini ancak takvâ sahiplerinin, yani Allah’a samimiyetle inanıp emirlerine karşı gelmekten sakınanların hak edeceğini anlatıyor; ümitlerini yitirmemeleri gerektiğini telkin ediyordu.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 573-574
 
A'râf Suresi - 129 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالُٓوا اُو۫ذٖينَا مِنْ قَبْلِ اَنْ تَأْتِيَنَا وَمِنْ بَعْدِ مَا جِئْتَنَاؕ قَالَ عَسٰى رَبُّكُمْ اَنْ يُهْلِكَ عَدُوَّكُمْ وَيَسْتَخْلِفَكُمْ فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرَ كَيْفَ تَعْمَلُونَࣖ
    ﴿١٢٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾129﴿
Onlar da, “Sen bize gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi” dediler. Mûsâ, “Umulur ki rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve nasıl hareket edeceğinizi görmesi için onların yerine sizi yeryüzüne hâkim kılar” dedi.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İsrâiloğulları, Mûsâ’nın gelmesinden önceki dönemlerde uzun yıllar acı ve sıkıntılar çektiklerini, Firavun’un tehditleri dikkate alındığında bu sıkıntılarının, Mûsâ ile tanışmalarından sonra daha da artarak devam edeceğinin ortaya çıktığını ifade ederek bu durum karşısında korku ve üzüntülerinin de arttığını dile getirdiler. Hz. Mûsâ ise Allah Teâlâ’nın düşmanlarını kahrederek kendilerine hâkimiyet kazandıracağı müjdesini verdi. Mûsâ’nın bu müjde ifadesinde “Bundan sonra Allah nasıl hareket edeceğinize bakar” anlamına gelen “nasıl hareket edeceğinizi görmesi için” şeklindeki kayıt, onların, kendisine uyup Allah’ın dinine bağlı kaldıkları sürece artık Firavun düzeninde olduğu gibi haksızlığa uğratılmayacaklarına, iyi veya kötü davranışlarının karşılığını adaletli bir şekilde bulacaklarına işaret eder ve İsrâiloğulları için bağımsızlıklarını kazanmalarından sonraki hayatları hakkında da bir uyarı anlamı taşır. Nitekim onların daha sonraki isyankâr tutumları Hz. Mûsâ’nın bu uyarısında haklı olduğunu göstermiştir (meselâ bk. âyet 148-150, 162-166).




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 574
 
A'râf Suresi - 130 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَقَدْ اَخَذْنَٓا اٰلَ فِرْعَوْنَ بِالسِّنٖينَ وَنَقْصٍ مِنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
    ﴿١٣٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾130﴿
Andolsun ki biz de Firavun’a uyanları, ders alsınlar diye kuraklık yılları ve ürün kıtlığı ile cezalandırdık.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Metinde geçen sene kelimesi, başında belirlilik (el-) takısı bulunduğunda, “kuraklık” anlamına da gelir. Bu âyette de İsrâiloğulları’nın, peygamberleriyle birlikte eski yurtlarına dönmelerine izin vermeyen Firavun ve halkının –bu inatlarından vazgeçirmek üzere– şiddetli bir kuraklık ve ürün düşüklüğüyle cezalandırıldığından söz edilmekte olup senenin çoğulu olan sinîn kelimesi kuraklıkla ilişkili bir anlamda kullanılmıştır (Zemahşerî, II, 144; İbn Atıyye, VII, 140; Râzî, XIV, 214); bu sebeple anılan kelime, meâlinde “kuraklık yılları” şeklinde çevrilmiştir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576
 
A'râf Suresi - 131 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِهٖۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُؕ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
    ﴿١٣١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾131﴿
Onlara bir iyilik (bolluk, bereket) gelince “Bu bizim hakkımızdır” derler, eğer başlarına bir felâket gelirse bunu Mûsâ ve onunla beraber olanların uğursuzluğuna bağlarlardı. Bilesiniz ki başlarına gelenler Allah katındandır; fakat onların çoğu bunu bilmez.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Buradaki iyilikten (hasene) daha çok yağış, ürün bolluğu ve refah gibi maddî nimetler; kötülükten de (seyyie) kuraklık, kıtlık ve geçim sıkıntısı gibi maddî problemler anlaşılmıştır (bk. Zemahşerî, II, 144; İbn Atıyye, VII, 141; Râzî, XIV, 215).
Âyetteki tetayyür, tayr (uçma) kelimesinden türetilmiş olup bir olayı, nesneyi veya kişiyi “uğursuz sayma” (teşe’üm, teşâüm) anlamına gelir. Câhiliye döneminde oldukça yaygın bulunan bir hurafeye göre bir kimse yolculuğa çıktığında ilk karşılaştığı bir kuşun, kendisine göre sağ tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu yolculuğu için uğurlu sayar, sol tarafa doğru uçtuğunu görürse bunu da uğursuz kabul ederdi. Yolculuğa çıkana da “ale’t-tâiri’l-meymûn” (uğurlu kuşla karşılaş) diyerek iyi dilekte bulunurlardı. Böylece tetayyür ve tıyara kelimeleri aslında hem uğuru hem de uğursuzluğu ifade etmekle birlikte giderek sadece uğursuzluk anlamında kullanılmaya başlandı. Aynı anlamda olmak üzere teşe’üm kelimesi de kullanılmakta; bir olay, nesne veya kişinin uğurlu sayılması ise tefe‘ül kelimesiyle ifade edilmekteydi. Türkçe’de buna, bazı hadislerdeki bir tabirle (İbn Mâce “Tıb”, 43; Müsned, II, 332) “fâl-i hasen” veya “fâl-i hayır” denilmektedir. Hz. Peygamber, gelecek için iyimser olma imkânı sağladığı, ümit ve güven telkin ettiği için tefe’ül veya fâl-i hasen’i yararlı görüp tavsiye ederken (Buhârî, “Tıb”, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 110-113; İbn Mâce, “Tıb”, 43; Müsned, II, 332), uğursuzluk telakkisinin Câhiliye müşrikliğinin bir kalıntısı olduğuna işaret etmiş ve İslâm’da bunun yeri olmadığını açıklamıştır (Buhârî, “Tıb”, 17, 19, 43, 44; Müslim, “Selâm”, 102, 107; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 24; İbn Mâce, “Nikâh”, 55; “Tıb”, 43).
Firavun ve adamları, 130. âyetin sonunda da ifade buyurulduğu gibi, başlarına gelen felâketler üzerinde düşünüp ders almaları, bu çektiklerinin kendi kötülük ve zulümleri yüzünden olduğunu kabul etmeleri gerekirken, hâlâ eski idraksizliklerini sürdürerek, nâil oldukları iyiliğin zaten kendi hakları olduğunu ileri sürüyorlar, uğradıkları kötülüğü Hz. Mûsâ ve ona inananlardan kaynaklanan bir uğursuzluk sayıyorlardı.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 576-577
 
A'râf Suresi - 132-133 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِهٖ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِنٖينَ
    ﴿١٣٢﴾
  • فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِمٖينَ
    ﴿١٣٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾132﴿
Ve dediler ki: “Bizi büyülemek için ne işaret getirirsen getir, biz sana inanacak değiliz.”

﴾133﴿
Biz de açık seçik mûcizeler olmak üzere onların üzerine tûfan, çekirge, haşarat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim olmakta direndiler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Daha önce (130. âyette), kuraklık sıkıntısından söz edilmişti. Anlaşıldığına göre bu bir ilk uyarıydı. Ne var ki Firavun ve çevresi, bundan ders alacakları yerde, inkâr ve inatlarını daha da pekiştirdiler; bu uğurda bütün sıkıntılara katlanmaya hazır olduklarını açıklayarak âdeta Allah’a karşı meydan okudular. Yüce Allah da onları 133. âyette özetle bildirilen felâketlere mâruz bıraktı.
Kur’an-ı Kerîm’de Firavun ve Mısırlılar’ın inkârları, İsrâiloğulları’na karşı haksız tutumları ve onları serbest bırakmamaktaki ısrarları yüzünden başlarına türlü felâketler geldiği özetle anlatılmış; ibret alınması için bu kadarı yeterli görülmüştür. Tevrat’ta ise, Firavun’u İsrâiloğulları’nı serbest bırakmaya mecbur etmek için, daha çok Hârûn’un değneği vasıtasıyla gerçekleştirilen ve İsrâiloğulları’na isabet etmeyen çeşitli felâket mûcizelerinin gerçekleştirildiği bildirilmiştir. Mısırlılar’ın hayat damarları olan Nil sularının kana dönüştürülmesi, bütün ülkenin ve evlerin kurbağalarla dolup taşması, önce tatarcık, ardından at sineği (kımıl) istilası, hayvanların kırılması, insanların ve hayvanların vücutlarını çıban kaplaması, dolu felâketiyle dağdaki insanların ve önceki felâketlerden artakalan hayvanların kırılması, büyük bir çekirge sürüsünün yeri göğü kaplaması şeklinde sıralanan mûcizelerden hiçbiri Firavun’u yola getirmeye yetmemiş; o, her felâket vuku bulduğunda, Mûsâ’ya kendilerini bu felâketten kurtarması halinde İsrâiloğulları’nı serbest bırakacağına dair söz vermiş; fakat felâket geçince sözünden dönmüştür. Nihayet “Rab, ... Mısır diyarında bütün ilk doğanları vurdu... Ve Mısır’da büyük feryat vardı; çünkü içinde ölü olmayan bir ev yoktu.” Artık bu son felâket üzerine Firavun, erkeklerinin sayısı 600.000’i bulan İsrâiloğulları’nın 400 yıldır kalmakta oldukları Mısır’dan çıkmalarına izin verdi (Çıkış, 5-12).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 577-578
 
A'râf Suresi - 134 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَۚ
    ﴿١٣٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾134﴿
Azap üzerlerine çökünce, “Ey Mûsâ! Sana verdiği söz hürmetine, bizim için rabbine dua et! Eğer bizden azabı kaldırırsan mutlaka sana inanacağız ve muhakkak İsrâiloğulları’nı seninle göndereceğiz” dediler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Ricz kelimesi genellikle “azap” anlamında kullanılır. Bazı müfessirler, veba hastalığının Arapça’daki isimlerinden birinin de ricz olduğunu dikkate alarak, Mısırlılar’ın böyle bir hastalıkla da cezalandırılmış olabileceğini belirtirler (İbn Atıyye, VII, 144). İbn Âşûr, Tevrat’ın Çıkış kitabının 12. babında verilen bilgileri de hatırlatarak aynı görüşe katılır (IX, 71). Râzî’ye göre ise dil kuralları dikkate alındığında ricz kelimesinden bir önceki âyette sıralanan belâları anlamak daha uygun olur (XIV, 219).
Yukarıda özetlenen Tevrat’taki bilgiler arasında Firavun’un ve Mısırlılar’ın Hz. Mûsâ’ya inanacaklarına dair bir vaadlerinden söz edilmezken (bk. Çıkış, 12/31-32) bu âyette onların, İsrâiloğulları’nın Mûsâ ile birlikte Mısır’dan ayrılmalarına izin vermeleri yanında böyle bir iman vaadi de yer almaktadır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 578
 
A'râf Suresi - 135-136 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ
    ﴿١٣٥﴾
  • فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِلٖينَ
    ﴿١٣٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾135﴿
Ulaşacakları bir müddete kadar onlardan azabı kaldırdığımızda hemen sözlerinden dönerlerdi.

﴾136﴿
Nihayet, âyetlerimizi asılsız saymaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerini cezalandırdık ve onları denizde boğduk.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Mûsâ’nın duası üzerine başlarına gelen son musibet de kaldırılınca, Firavun ve adamları daha önce Mûsâ ve İsrâiloğulları’nın Mısır’ı terketmelerine izin vermiş olmalarına rağmen yine sözlerinden döndüler. Ne var ki Hz. Mûsâ ve kavmi, bütün hazırlıklarını tamamlayarak geceleyin yola çıkmışlardı. Durumu öğrenen Firavun askerleriyle birlikte onların peşine düştü (bk. Tâhâ 20/77-78). Tevrat’ta ayrıntılı bir şekilde anlatıldığına göre (bk. Çıkış, 14/1-31) Firavun kuvvetleri onlara yetişmişti. Allah’ın buyruğu uyarınca Hz. Mûsâ’nın, asâsını denize uzatması üzerine sular sağlı sollu iki duvar teşkil edecek şekilde yarıldı ve bir koridor halinde yol açıldı. Bu suretle Hz. Mûsâ ve beraberindekiler boğulmaktan korkmaksızın (Tâhâ 20/77) hızla ilerlemeye başladılar. Peşlerinden Firavun ve yanındakiler de aynı yola girdiler. Hz. Mûsâ, kendi topluluğunun karşı tarafa geçmesi üzerine asâsını yine denize doğru uzattı ve suların tekrar eski halini almasıyla yol kapandı; böylece Firavun ve askerleri Kızıldeniz’de boğuldu. “Onlardan bir nefer bile kalmadı” (Çıkış, 12/28). Yûnus sûresinin 90-91. âyetlerinde bildirildiğine göre Firavun boğulmak üzere iken iman etmiş, fakat yeis halindeki (hayattan ümit kestiği sıradaki) bu imanı kabul edilmemiştir (Firavun’un imanıyla ilgili farklı görüşler için bk. Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 120-121).
Eski tefsirlerin hemen tamamında âyetteki “el-yemm” kelimesi Kızıldeniz diye anlaşılmıştır. Tevrat’ın Çıkış bölümünde ise sadece “deniz” kelimesi geçmektedir. Yine bu bölümde bazı coğrafî isimler verilmekteyse de bugün bu isimlerin nerelere takabül ettiği kesinlik kazanmış değildir. M. Reşîd Rızâ ise Mûsâ ve yanındakilerin geçtiği, fakat Firavun ve askerlerinin boğulduğu denizin Nil nehri olması gerektiği kanaatindedir (IX, 98).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 578-579
 
Geri
Üst