• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

En'âm Suresi Ve Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
En'âm Suresi

Hakkında​

Mekke döneminde inmiştir. Kuvvetli görüşe göre, 91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetler Medine’de inmiştir. 165 âyettir. Adını, 136, 138 ve 139. âyetlerde yer alan “el-En’âm” kelimesinden almıştır. En’âm, koyun, keçi, deve ve sığır cinsi ehli hayvanları ifade eden bir kelimedir. Sûrede başlıca tevhide, adalete, peygamberliğe, ahirete dair meseleler ile küfrün ve batıl inançların reddi ve bazı temel ahlâk kuralları konu edilmektedir.

Nuzül​


Mushaftaki sıralamada 6., iniş sırasına göre 55. sûredir. Hicr sûresinden sonra, Sâffât sûresinden önce Mekke’de nâzil olmuştur. Tamamına yakınının Mekke’de indiği hususunda ittifak vardır. Abdullah b. Ömer’e ulaşan bir rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “En‘âm sûresi bana toplu olarak indi. 70.000 melek tesbih ve hamd sözleriyle bu sûrenin inişine eşlik etti” (Taberânî, el-Mu‘cemü’s-sağ^r, I, 145). Abdullah b. Abbas’tan aktarılan bir rivayette de Mekke’de “bir defada” indiği teyit edilmiştir (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, XX, 215). Ancak birkaç âyetinin Medine’de indiğine dair görüşler de vardır (bk. İbn Atıyye, II, 265; Elmalılı, III, 1861).



Konusu​


Ağırlıklı olarak Allah’ın birliği (tevhid), ilim, irade, kudret, adalet gibi sıfatları; peygamberlik, vahiy, yeniden dirilme, müşrik ve inkârcı zümrelerin bâtıl inançlarının reddi, doğru inanca ulaşmanın yolları vb. itikadî konulardır. Sûrede ayrıca Hz. Peygamber’in şahsına ve risâletine yapılan itirazlar cevaplandırılmış, uğradıkları sıkıntılar yüzünden kaygıya ve üzüntüye kapılan Hz. Peygamber ile arkadaşlarına teselli ve ümit verilmiştir. Hz. İbrâhim’in, aklıyla ve gözlemleriyle Allah’ın varlığı ve birliği hakkında kesin bilgi ve inanca ulaşmasını anlatan âyetler İslâm âlimlerinin özellikle ilgisini çekmiştir. Ayrıca 151-153. âyetleri İslâm ahlâkının başta gelen kurallarını ihtiva etmektedir.



Fazileti​


Faziletine ilişkin bazı rivayetler nakledilmiştir. Bu sûrenin inişine 70.000 meleğin eşlik ettiğini bildiren yukarıdaki hadis bunlardan biridir. Başka bir rivayette Hz. Ömer’in, “En‘âm sûresi Kur’an’ın seçkin sûrelerinden biridir” dediği (Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”, 17) ve faziletini vurguladığı; Hz. Ali’nin de okuyan kimsenin Allah’ın rızâsını kazanacağını ifade ettiği yolunda rivayetler vardır (bk. İbn Atıyye, II, 265).
 
En'âm Suresi - 100 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَنٖينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍؕ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَࣖ
    ﴿١٠٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾100﴿
Cinleri Allah’a ortak koştular. Oysa onları da Allah yaratmıştır. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Allah, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Cin kelimesi ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri olan varlıkları ifade eder (bilgi için bk. Cin 72/1-3). Tefsirlerde cin kelimesinin “örtülü, kapalı, duyularla algılanamayan” şeklindeki sözlük anlamı dikkate alınarak âyetteki cin kavramının, belirtilen terim anlamı yanında, melekleri ve şeytanları da kapsadığı yönünde açıklamalar yapılmıştır. Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, zararlarından korunmak için tedbirler alır, hoşnutluklarını kazanmaya çalışır, bunun için cinler adına kurban keserlerdi. Ayrıca onlar, cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine, şeytanların da şairlere ilham verdiğine inanır; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı (İbn Âşûr, VII, 405). Nitekim başka âyetlerde de müşriklerin cinlere ve meleklere taptıkları (Sebe’ 34/41; Zuhruf 43/20), Allah ile görünmez varlıklar arasında nesep bağı kurdukları (Sâffât 37/158), melekleri Allah’ın kızları olarak düşündükleri (Nahl 16/57; Sâffât 37/149; Zuhruf 43/16; Tûr 58/39) bildirilmektedir. İbn Âşûr’un kaydettiğine göre Câhiliye Arapları’nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. Özellikle bu son inançta Mazdeizm’in iki tanrılı inancının etkisi olduğu düşünülmektedir. Fahreddin er-Râzî’ye göre âyette, bu âlem ve orada olup bitenlerin iki ayrı tanrıya bağlı bulunduğunu, bunlardan birinin iyilik tanrısı, diğerinin kötülük tanrısı olduğunu ileri süren inanca işaret edilmiştir (XIII, 112-113). Nitekim İbn Abbas’a isnat edilen bir rivayette âyetin, Allah ve İblîs’in “iki kardeş” olduğuna, Allah’ın iyileri ve iyilikleri, İblîs’in de kötüleri ve kötülükleri yaratıp yönettiğine inanan “Zenâdıka” hakkında indiği belirtilmiştir (Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl, s. 165). İslâmî kaynaklarda, Mecûsîliğin Zend (Zend Avesta) isimli kutsal kitabına inananlara “Zendî” denildiği, Arapça’daki zındık (çoğulu zenâdıka) kelimesinin buradan geldiği belirtilir. Ayrıca, eski kaynaklarda bu tür düalist dinlere Sineviyye de (Seneviyye) denilmektedir. Sonuç olarak âyette bu şekilde Allah’tan başka gözle görülmeyen bazı varlıkların da ulûhiyyetine inananlar; özellikle putperestlik yanında Sâbiîlik, şeytanperestlik, Mecûsîlik ve kısmen Yahudilik’le Hıristiyanlığın tevhide aykırı inançlarından etkilenmiş olan Araplar’ın bâtıl itikatları eleştirilmiştir.
“Oysa onları da (görünmez varlıkları) Allah yaratmıştır” meâlindeki cümle, müfessirlerce “Halbuki bu varlıkları Allah’a ortak koşanların kendileri de onları Allah’ın yarattığını biliyorlardı” şeklinde anlaşılmıştır. Buna göre âyette müşriklerin, mahlûk olduğunu kabul ettikleri varlıkları hâlika ortak koşmalarının, böylece onlara ulûhiyyet tanımalarının bir çelişki olduğu ifade edilmiştir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 446-447
 
En'âm Suresi - 101 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • بَدٖيعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌؕ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلٖيمٌ
    ﴿١٠١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾101﴿
O, göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir? Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O’dur.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bedî‘ kelimesi Allah’ın ismi olarak kullanıldığında “Bir şeyi herhangi bir alete, temel maddeye, daha önce var olan örneğe, zaman ve mekâna ihtiyaç duymadan, yoktan ve eşsiz bir mükemmellikte yaratan” anlamına gelir ve sadece Allah için kullanılır. Bir önceki âyette müşriklerin, yüce Allah’ın birliğine ve kemaline aykırı düşen bâtıl inançları reddedilip, O’nun bu tür yakıştırmalardan münezzeh bulunduğu ifade buyurulduktan sonra bu âyette de tenzihin gerekçesi açıklanmıştır. Buna göre müşriklerin iddialarının aksine, gerek onların ulûhiyyet isnat ettikleri varlıkları gerekse bütün görünür ve görünmez mevcudatı, gökleri ve yeri kısaca bütünüyle evreni benzersiz bir şekilde yapıp yaratan Allah’tır. Bu durumda herhangi bir varlığı O’na ortak koşmak son derece anlamsızdır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 448
 
En'âm Suresi - 102 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَكٖيلٌ
    ﴿١٠٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾102﴿
İşte bu Allah sizin rabbinizdir. O’ndan başka tanrı yoktur. O her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse O’na kulluk edin, O her şeye vekildir (Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur).

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnsanlar, şuradan buradan edindikleri aslı olmayan derme çatma inançlardan vazgeçerek, Allah hakkında, bir önceki âyette belirtildiği şekilde inanmaya çağrılmakta, O’ndan başka tanrı bulunmadığı, önceden olduğu gibi şimdi ve bundan sonra da her şeyin yaratıcısının O olduğu vurgulanmakta; insanlardan, burada belirtildiği şekilde oluşturdukları sahih imanlarını, uydurma tanrılara değil, yalnız Allah’a kulluk ederek ibadetle pekiştirmeleri istenmektedir. Çünkü O her şeye vekildir. Âyetin bu kısmında tevhidin en yüksek noktası gösterilmiş bulunmaktadır. Çünkü bu ifadeye göre gerçek ve adaletli bir şekilde yapıp yaratan, yaşatan, rızıklandıran O’dur; her varlığa kendi varlık mertebesinde lâyık olan imkân ve şartları hazırlama, sebepleri ve sonuçları düzenleme işlevi sadece O’na aittir; bundan dolayı güvenilip dayanılacak ve sığınılacak olan da O’ndan başkası olamaz.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 448
 
En'âm Suresi - 103 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُؗ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّطٖيفُ الْخَبٖيرُ
    ﴿١٠٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾103﴿
Gözler O’nu idrak edemez, hâlbuki O gözleri idrak eder. O en ince şeyleri bilir ve her şeyden haberdardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Arzulanan bir şeye ulaşma” anlamına gelen idrak, mecaz olarak “duyu organının duyulur şeyi algılaması veya aklın soyut bir varlık ya da mânayı kavraması” mânasında kullanılır. Buradaki kullanımında her iki anlamı da kapsamaktadır; yani “Gözler O’nu idrak edemez” ifadesiyle hem Allah’ın gözle görülür maddî ve cismanî bir varlık olmadığı hem de zâtından başka hiçbir varlık tarafından O’nun gerçek varlığının ve mahiyetinin bütünüyle bilinip kuşatılamayacağı ortaya konmuştur. Bu ifade ile özellikle maddî nesneleri, putları, heykelleri, resimleri tanrılaştıran, bunlara tanrısal aşkınlık ve kutsallık yükleyerek kendilerine sığınılan veya korkulan birer güç kaynağı gibi gören bütün dinler, inançlar ve bunlara dayalı tutumlar reddedilmiştir.
Mu‘tezile bilginleri, daha başka aklî ve naklî deliller yanında, özellikle bu âyete dayanarak Ehl-i sünnet’in düşündüğünün aksine, Allah’ın, dünyada olduğu gibi âhirette de görülemeyeceğini ileri sürerken Ehl-i sünnet bilginleri, âyetin bâki olan Allah’ı bu dünyada fâni gözlerle görmenin imkânsızlığına işaret ettiğini; âhirette ise, insanların ölümsüz hale getirilecek olan bedenlerindeki sonsuz bir görme imkânına kavuşturulmuş gözleriyle bâki olan Allah’ı görmelerinin mümkün olduğunu savunmuşlardır. Onlar, inkârcıların âhirette “rablerinden mahrum kalacaklarını (perdelenmiş olacaklarını)” bildiren âyeti de (Mutaffifîn 83/15) bu iddialarına delil göstermişlerdir. Zira “mahrum olma (perdelenme)” ifadesi sadece inkârcılar için kullanıldığına göre müminler rablerini görebileceklerdir. Ancak bu görmenin keyfiyeti âhiretteki hal ve şartlara göre olacaktır. Yine Ehl-i sünnet’e mensup müfessirlere ait başka bir yoruma göre âyette Allah’ı görmenin tamamen imkânsız olduğundan söz edilmemekte, O’nun tam olarak idrak edilmesinin imkânsız olduğu bildirilmektedir. Şu halde eksik de olsa kulların O’nu görmeleri mümkün olacaktır (Şevkânî, II, 170-171).
Latîf ve habîr Allah’ın esmâ-i hüsnâsındandır. Latîf ismi Allah’ın sevgi, merhamet, hoşgörü, ihsan ve ikramıyla bütün mahlûkatla birlikte kullarına karşı çok lutufkâr olduğunu ifade etmesi yanında, özellikle habîr ismiyle birlikte kullanıldığında “her şeyi en ince ayrıntılarına kadar kusursuz bilen” anlamına gelmekte olup özellikle “bütün olup bitenler gibi kullarının hallerinden de eksiksiz haberdar olan” mânasındaki habîr ismiyle birlikte kullanıldığında ikinci mânada anlaşılması daha isabetli görülmektedir.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 448-449
 
En'âm Suresi - 104 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِهٖۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاؕ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَفٖيظٍ
    ﴿١٠٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾104﴿
Doğrusu size rabbiniz tarafından basîretler (idrak kabiliyetleri) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendine, kim de görmezse zararı kendinedir. (De ki:) “Ben üzerinize bekçi değilim.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Besâir kelimesi “kalbin nuru, kalpte hâsıl olan bilgi ve idrak” anlamına gelen basîretin çoğuludur. Beden gözüyle algılamaya basar, akıl ve zihin melekeleriyle algılamaya da basîret denir. Âyette, Allah tarafından geldiği bildirilen “basîretler”den maksat, hakka davet eden, kurtuluş yolunu gösteren âyetler ve özellikle yukarıda geçen tevhid akîdesinin ispatına dair âyetler ile –Râzî’ye göre– Cenâb-ı Hakk’ın insan fıtratına bahşettiği, küfrü terkedip imana yönelme istidadı yani bilgi ve düşünme melekesidir (XIII, 134). Buna göre Hz. Peygamber’in hakka davetini doğru bir şekilde kavrayan, bununla ilgili delilleri akıl ve düşünme yeteneğini isabetle kullanarak değerlendiren ve bu sayede hidayeti bulan kimse kendine iyilik etmiş; gurur ve kibre kapılarak bunun aksine davranan da kendine kötülük etmiş olur. Âyetin son cümlesi, Hz. Peygamber’in, bu şekilde basîretsizliği yüzünden helâke doğru gidenleri koruma ve engelleme imkânının bulunmadığını bildirmektedir. Bunun bizzat Hz. Peygamber’in ağzından ifade edilmesi, müfessirlerin çoğunluğuna göre, âyetin başında veya bu son cümlesinden önce Resûlullah’a hitaben “de ki” şeklinde bir zımnî emrin bulunduğunu gösterir. Elmalılı Hamdi Yazır bu görüşü isabetsiz bularak meâlinde “bekçi” anlamı verilen hafîz kelimesine Allah’ı ifade edecek şekilde mâna verirken (bk. III, 2020), tasavvufî hatta bir ölçüde vahdet-i vücûdcu bir yaklaşımı tercih eden Süleyman Ateş’e göre bazı âyetlerde görülen bu durum “vahyin Hz. Muhammed’in iç benliği ile ilişkisi”nden ileri gelmektedir ve aynı durum, mutasavvıfların “Hak sıfatıyla mevsûf insan” tanımıyla izah edilebilir (bk. III, 216).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 450-451
 
En'âm Suresi - 105 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ
    ﴿١٠٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾105﴿
Böylece biz âyetleri, duruma göre farklı tarzlarda gönderiyoruz ki, “İyi öğrenmişsin” desinler ve biz, anlayan topluluk için Kur’an’ı iyice açıklamış olalım.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Âyetlerin geniş geniş açıklanması” iki maksada bağlanmış olup ilki inkârcıların Hz. Muhammed’e “Sen (Kur’an’ı, âyetleri) iyi öğrenmişsin” demeleri, ikincisi de Allah Teâlâ’nın bilen bir kavme yani hak ve hidayeti bilip takip edenlere Kur’an’ı açık seçik tanıtmasıdır. Bir yoruma göre Allah’ın, âyetleri “geniş geniş açıklaması”nın sebebi, Hz. Peygamber’in onları kesin deliller olarak ortaya koyabilmesini sağlamaktır. O kadar ki, inkârcılar Resûlullah’a “Onları iyi öğrenmişsin” deme gereğini duyacaklardır. Başka bir yoruma göre inkârcılar âyetlerin bu açık seçikliği karşısında Resûlullah’ın onları başkalarından yani Ehl-i kitap’tan ders alarak öğrendiğini söyleyeceklerdir (Şevkânî, II, 172). Bu ikinci yoruma göre yüce Allah’ın, âyetleri peyderpey, geniş geniş açıklayarak indirmesi, insanların bir kısmına Kur’an’ı açık seçik tanıtma amacı taşırken bir kısmının da Peygamber ve Kur’an’ı inkâr etmelerine sebep olmaktadır. Mu‘tezile âlimleri, bu şekildeki bir yorumu, Allah’ın adaleti ve insanın sorumluluğu ilkesine aykırı buldukları için âyetteki “li-yekūlû dereste” kısmının başındaki “li” edatının “âkıbet” ifade ettiğini düşünmüşlerdir. Buna göre söz konusu âyet “Biz âyetleri geniş geniş açıklarız; sonuçta da onlar kendi seçimleriyle inkâra yönelip bütün delilleri hiçe sayarak Hz. Muhammed’e ‘Sen Kur’an’ı başkalarından okuyup öğrendin’ derler” şeklinde açıklanmalıdır. Bazı son dönem Sünnî müfessirlerin de bu son yorumu tercih ettikleri görülmektedir (meselâ bk. Elmalılı, III, 2020; İbn Âşûr, VII, 422).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 451-452
 
En'âm Suresi - 106-107 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكٖينَ
    ﴿١٠٦﴾
  • وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواؕ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفٖيظاًۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَكٖيلٍ
    ﴿١٠٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾106﴿
Rabbinden sana vahyolunana uy. O’ndan başka tanrı yoktur. Müşriklerden yüz çevir.

﴾107﴿
Allah dileseydi onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir koruyucu kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Peygamber’in görevi, insanları Allah’ın âyetlerine imana davet yanında, bizzat kendisinin de bunlara uyması, Allah’tan başka tanrı bulunmadığını ikrar etmesi ve böylece şirke sapanlardan uzaklaşmasıdır. Allah dileseydi onlar da şirk koşmazlardı; fakat ilâhî düzen ve hikmet, insanlardan kiminin kendi seçimleriyle iman etmelerine, kiminin de şirk, küfür gibi dalalet çeşitlerine sapmalarına imkân verecek şekilde tecelli etmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber’in inkârcılar üzerinde koruyuculuk görevi olmadığı gibi onların yaptıklarından sorumlu da değildir.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 452
 
En'âm Suresi - 108 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَا تَسُبُّوا الَّذٖينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْواً بِغَيْرِ عِلْمٍؕ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
    ﴿١٠٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾108﴿
Allah’tan başkasına tapanlara kötü söz söylemeyin; sonra onlar da bilmeden, taşkınlık yaparak Allah hakkında kötü sözler söylerler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini çekici gösterdik. Sonunda dönüşleri rablerinedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Zemahşerî, âyetteki sebb kelimesini genel olarak “eleştiri” mânasına alarak normal şartlarda yanlışlıkları ve kötülükleri eleştirmenin bir görev olduğunu, ancak eğer eleştiri eleştirilen durumdan daha zararlı ve yıkıcı sonuçlara yol açacaksa bundan kaçınmanın da bir görev olduğunu belirtmektedir (II, 23). Bununla birlikte, birçok müfessirin de kaydettiği gibi, sebb kelimesi şetm yani “terbiye ve nezaketle bağdaşmayan çirkin sözler” demektir. Yanlış yolda olanları eleştirmek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu ortaya koymak zorunlu olmakla birlikte; âyete göre, bunu hakaret, sövüp sayma gibi İslâm ahlâkının hilim, edep ve nezaket kurallarıyla bağdaştırılması mümkün olmayan bir üslûpla yapmak câiz değildir. Nitekim âyette hitabın, Hz. Peygamber’e değil de, diğer müminlere yöneltilmiş olması da bunu gösterir. Çünkü sövüp sayma zaten Resûlullah’ın ahlâkıyla bağdaşmadığı için ona böyle bir uyarıda bulunulmasına gerek yoktur.
Bu âyete göre başkalarına, onların inançlarına ve kutsal saydıkları değerlere hakaret etmek İslâmî edep ve ahlâkla bağdaşmadığı gibi, İslâm’ın izzetine de zarar getirir. Esasen, Râzî’nin de belirttiği gibi (XIII, 139), müşrikler putlara tapmakla birlikte Allah’a da inanıyorlardı. Bu yüzden durup dururken O’na hakaret etmeleri düşünülemez. Şu halde bazı müslümanların müşrikler ve inançları hakkındaki ölçüsüz sözleri onları taşkınlığa sevketmiş; doğrudan doğruya Allah’a sövmek maksadıyla olmasa bile, öfkeye kapılarak müslümanların kutsal inançlarına sövüp saymaya kalkışmışlardır. Bu âyette müslümanların bu durumlara imkân verecek söz ve davranışlardan kaçınmaları emredilmektedir. Âyette İslâm’ın tebliğ ve davet metoduna da işaret vardır. Buna göre bizim gibi başkalarının inanç ve kanaatleri de onlara göre değerlidir. Diyalog ve ikna etmenin yolu saygı ve nezaketten geçer. Hakaret ve küfür ise sadece muhatabın düşmanlık duygularını kabartır; inatlaşma, sertleşme ve giderek çatışmaya yol açar.
“Biz her ümmete kendi işlerini çekici gösterdik” meâlindeki cümle, Allah’ın insanlara inanç ve yaşayışları konusunda bir seçme imkânı bırakmadığı şeklinde anlaşılmamalıdır. İnsanların inanç ve telakkilerine, ahlâk ve yaşayışlarına tesir eden, sonuçta onların inanç ve davranışlarını beğenmelerini sağlayan birçok psikolojik ve sosyal sebep vardır ve her şey gibi bunlar da Allah’ın koyduğu kanunlar uyarınca oluşmaktadır. İnsanın asıl görevi ise akıl ve muhakeme gücü yardımıyla bu sebepleri aşarak Allah’ın âyetleri üzerine düşünmesi, hoşlanıp bağlandığı inancı ve hayatı sorgulamasıdır. İnsanlar, bilgisine ve dürüstlüğüne inanıp güvendikleri seçkin kişilerin görüşlerinden ve irşadlarından da yararlanıp aydınlanarak gerçeğe ulaşma imkânına sahiptirler; Allah insanlardan bu imkânı esirgememiştir.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 453-454
 
En'âm Suresi - 109 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاؕ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّـهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ
    ﴿١٠٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾109﴿
Kendilerine bir mûcize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair Allah adına kuvvetle yemin ettiler. De ki: “Mûcizeler ancak Allah’a aittir.” Ama mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müşrikler Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanmadıkları, Hz. Muhammed’in onu Tevrat ve İncil hakkında bilgi sahibi olanlardan ders alarak öğrendiğini iddia ettikleri için ondan peygamberliğini kanıtlayacak başka mûcizeler istiyor; o takdirde bu mûcizeye, dolayısıyla Hz. Peygamber’e inanacaklarına dair and içiyorlardı. Âyette Hz. Peygamber’den, mûcizeyi gerçekleştirmenin ancak Allah’ın dilemesine bağlı bulunduğunu açıklaması istenmektedir. Hz. Peygamber’in de bu gerçeği her vesileyle ifade ettiği, kendisinin ancak bir beşer olduğunu açıklıkla belirttiği görülmektedir (Kehf 18/110; Fussılet 41/6).
Bazı tefsirlerde işaret edildiği gibi, muhtemelen o dönemdeki müslümanlar, iyi niyetleri sebebiyle, inkârcıların mûcize istemekte samimi olduklarını düşündükleri için, Resûlullah’tan bu isteklere olumlu karşılık vermesini beklemişlerdi. Bu sebeple âyette “Mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?” buyurularak müşriklerin samimiyetsizliğine dikkat çekilmiştir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455
 
En'âm Suresi - 110 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِهٖٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فٖي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَࣖ
    ﴿١١٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾110﴿
O’na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi (mûcize gösterdikten sonra da) yine onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak taşkınlıkları içinde bırakırız.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Allah Teâlâ, inkârcıların kalplerini veya akıllarını ve gözlerini ters çevireceğini, böylece eğriyi doğru, doğruyu eğri göreceklerini, önceden olduğu gibi mûcize gösterildikten sonra da inanmamakta ısrar edeceklerini bildiriyor. Çünkü niyetleri içtenlikle düşünmek ve hakikati bulmak değil, Hz. Peygamber’i güç durumda bırakmaktır. Bu inatçı ve ters tutumları sebebiyle Allah da onları kendi hallerine bırakır, böylece azgınlıkları içinde bocalayıp dururlar.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455
 
En'âm Suresi - 111 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَوْ اَنَّـنَا نَزَّلْـنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ
    ﴿١١١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾111﴿
Eğer (istedikleri gibi) onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Allah müşriklerin istedikleri şekilde mûcize olarak onlara melekleri indirse, onları ölülerle konuştursa, daha başka türlü mûcizeleri önlerine serse yine de Allah dilemedikçe inanmayacaklardır.
Bu ve bundan önceki âyetin üslûbuna bakarak bundan cebirci bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Kur’an, kendine özgü üslûbu içinde, evrendeki bütün olup bitenler gibi insanların inanç ve amel hayatındaki gelişme ve değişmeleri de ontolojik bakımdan Allah’ın kuşatıcı iradesine bağlar ve bunu doğru bir tanrı akîdesinin gereği sayar. Buna göre müminin imanı da kâfirin inkârı da O’nun mutlak iradesi ve kanunları çerçevesinde oluşmaktadır; bunları Allah’ın kudret ve iradesinin dışında görmek, bazı şeylerin O’nun hâkimiyet ve tasarruf alanı dışında olup bittiği gibi yanlış bir sonuca ve kusurlu bir tanrı anlayışına götürür. Bununla birlikte Allah, yine kendi iradesi ve yaratmasıyla evrende sadece insanı akıl, irade gibi hakkı bâtıldan ayırma yetenekleriyle donatmıştır. Buna rağmen insan, müşrik Araplar gibi, içinde doğup büyüdüğü psikolojik ve sosyal şartların doğal tesirlerini aşamaz, insanî yeteneklerini kullanarak gerçeğin ve iyinin arayışı içinde olmaz, aksine bâtılda ısrar ederse, böylelerinin gözleri ve gönülleri iyice kararır. Allah’ın böylelerini zorla hakikate sevketmesi mümkünse de (meselâ bk. En‘âm 6/35, 107, 112, 137) bu durum, O’nun koymuş olduğu görev, sorumluluk ve ceza-mükâfat düzeniyle uyuşmaz. Bu yüzden bir âyette “Gerçek, rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” (Kehf 18/29) buyurulur.





Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 455-456
 
En'âm Suresi - 112-113 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُواًّ شَيَاطٖينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحٖي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراًؕ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
    ﴿١١٢﴾
  • وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذٖينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ
    ﴿١١٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾112-113﴿
Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak da âhirete inanmayanların kalpleri ona (o yaldızlı sözlere) kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri kötülüğü bundan böyle de işlemeye devam etsinler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Daha önceki âyetlerde geniş olarak bildirildiği üzere, Allah Teâlâ müşriklerin inat, inkâr ve türlü tecavüzleri karşısında Hz. Muhammed’i imtihan etmiş; eski peygamberlerin hayatlarına dair birçok âyette gösterildiği gibi o peygamberlere de bazı ruhanî ve cismanî güçleri düşman kılıp onların mücadele etmekteki sabır ve sebatlarını denemiş; bu suretle, Allah’ın bu en seçkin kulları, ilâhî hakikatleri tebliğ ve yaşatma uğruna büyük mücadeleler sergilemişlerdir.
Burada ifade buyurulduğu gibi Allah dileseydi o “insan ve cin şeytanları” düşmanlık yapamaz, aldatıcı ve kandırıcı telkinlerde bulunamazlardı. Allah’ın bunları peygamberlere düşman kılması, bir yandan peygamberlerin güçlükler karşısındaki sabır ve kararlılıklarını ölçmek; bir yandan da her bir ümmete, üstün ideallere ağır meşakkatleri, güçlü direnişleri yenerek ulaşılabileceğini; kişinin değerinin de bu yoldaki azim ve sebatıyla ortaya çıkacağını göstermektir. İlâhî irade dünya hayatını –imanla inkârın, hayırla şerrin– bir çatışma alanı yapmıştır. Hakkı yaşatmak ancak, daima direniş konumunda bulunan bâtılı etkisiz kılmakla mümkün olur. Allah’ın hikmetli yaratışı ve bu yaratmanın bir eseri olan insan aklı ve mantığı uyarınca, peygamberlerle onlara uyanların iman ve amellerinin değer kazanması için böyle bir mücadeleye gerek vardır. Kahramanlık şerefini sadece bir savaştan zaferle çıkanlar hak edebilirler. Dünyada insanın insan olmayandan farkı ve ayrıcalığı da buradadır.
“İnsanların şeytanları”, bâtılı ve şerri seçmeleri yanında, hakkı temsil eden peygamberlere ve onları izleyenlere karşı düşmanlık bayrağını açanlar; “cinlerin şeytanları” da bu mücadelede insanların şeytanlarına destek olup onlara aldatıcı ve yıkıcı fikirler telkin eden mânevî güçlerdir. Çünkü, İslâm itikadına göre cinlerin de mümini kâfiri vardır (cinler hakkında bilgi için bk. Cin 72/1-3).
112. âyette zımnen “Yâ Muhammed! Düşmanı olan tek peygamber sen değilsin. Biz geçmiş peygamberlere insan ve cin şeytanlarını düşman yaparak onları da sıkıntılardan geçirdik” buyurulmak suretiyle bir bakıma Hz. Peygamber teselli edilmiştir. Ayrıca “Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak” ifadesi de, 113. âyetin beyanına göre, kalpleri bu şeytanların yaldızlı sözüne kanıp bu sözlerden hoşlanan, işlemekte oldukları fenalıkları devam ettiren inkârcılar için bir tehdit, Resûlullah için de bir teselli anlamı taşımaktadır.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 457-458
 
En'âm Suresi - 114 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغٖي حَكَماً وَهُوَ الَّـذٖٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاًؕ وَالَّذٖينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرٖينَ
    ﴿١١٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾114﴿
(De ki:) “Allah’tan başka bir hakem mi arayacağım? Hâlbuki size kitabı açıklanmış olarak indiren O’dur.” Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur’an’ın gerçekten rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden olma!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Fahreddin er-Râzî’ye göre âyet bir bakıma, Hz. Peygamber bir mûcize getirirse buna inanacaklarına dair yemin eden (bk. 109. âyet) müşriklere bir cevap teşkil etmektedir. Buna göre Allah’ın, gerek fesahat ve belâgatı, gerekse açık seçik muhtevasıyla gerçekliği apaçık olan Kur’an’ı indirmesi, başka bir mûcizeye olduğu gibi, Hz. Peygamber’in doğruluğunu kanıtlamak için Allah’tan başka bir hakemin hükmüne de gerek bırakmamıştır (XIII, 159). Üstelik hissî (duyu organlarına hitap eden) mûcizelerin delâleti müphem ve geçici, “mufassal bir kitap” olan Kur’an’ın delâleti ise açık, kesin ve kalıcıdır (Elmalılı, III, 2033).
Bu sûre Mekke’de inmiştir. Burada kayda değer bir Ehl-i kitap topluluğu yoktu; ancak özellikle yahudiler Mekke’ye ticarî seyahat yaptıkları gibi Araplar da yahudilerin yaşadığı bölgelere gidiyorlardı. Böylece Araplar Tevrat hakkında bilgi sahibi oldukları gibi, Hz. Peygamber’in tebliğlerinden haberdar olan ve henüz onunla herhangi bir nüfuz çatışmaları bulunmayan yahudiler de Kur’an hükümlerinin özü itibariyle Tevrat’la uyuştuğunu biliyorlardı. Âyette onların bu bilgisi de Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kanıtlayan bir delil olarak gösterilmiştir (İbn Âşûr, VIII, 16). Âyetin son cümlesi her müslümana karşı doğrudan yöneltilmiş bir uyarı sayılabilir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 459
 
En'âm Suresi - 115 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقاً وَعَدْلاًؕ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِهٖۚ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ
    ﴿١١٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾115﴿
Rabbinin sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sıdk, “sözde ve işte doğruluk, dürüstlük, gerçeğe uygunluk”; adl de “bir sözün veya işin yerli yerince, hak ve nesafet kaidelerine uygun olması; hiçbir zulüm, haksızlık ve aşırılık unsuru taşımaması” demektir. Âyette Allah’ın sözünün yani kelâmının, belirtilen değerleri eksiksiz taşıdığı ve bu niteliklerini değiştirmenin de mümkün olmadığı vurgulanıyor. Nitekim Râzî de, âyeti geniş olarak açıkladıktan sonra okuyucusuna hitaben, “Kur’an bahislerinin bu iki kısma (yani haber bildiren ve yükümlülük getiren âyetler grubuna) ayrıldığını bildiğine göre, biz deriz ki eğer bir âyetin konusu haber grubuna giriyorsa Allah’ın kelâmı sıdk (doğruluk ve gerçeklik) bakımından; eğer yükümlülük grubuna giriyorsa adalet bakımından eksiksiz ve mükemmeldir. Bu, son derece güzel bir tesbittir” (XIII, 161) demektedir. Böylece âyette Allah kelâmının, diğer bütün üstün nitelikleri de kapsayan dört temel niteliğine işaret edilmiştir: Tam ve mükemmel oluşu, doğru ve gerçek oluşu, âdil oluşu, değiştirilemez ve tahrif edilemez oluşu.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 459-460
 
En'âm Suresi - 116 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِنْ تُطِـعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِؕ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
    ﴿١١٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾116﴿
Yeryüzünde bulunanların çoğu, kendilerine uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Çünkü onlar zandan başka bir şeye tâbi olmuyorlar ve temelsiz bir tahminden başka bir şeye de dayanmıyorlar.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Kur’an dilinde zan, çoğu yerde “delile dayanmadığı, bu yüzden de hatalı olduğu halde sahibinin gerçek ve sahih saydığı inanç” anlamında kullanılır. Müfessirler genellikle âyet metnindeki yahrusûn fiilini “yalan söylerler” mânasında anlamışlarsa da İbn Âşûr kelimenin buradaki mânasının “temelsiz tahminde bulunurlar” anlamına geldiğini savunmuştur.
Kur’an’da arz kelimesi hem bütünüyle “dünya” hem de belli bir “ülke” veya “şehir” (bk. Mâide 5/21; İsrâ 17/104) anlamında kullanılır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki arz ile bütün dünya kastedilmiştir; ancak bu âyette sadece Mekke’nin ve Mekkeli müşriklerin söz konusu edildiği görüşü de vardır (Şevkânî, II, 179). Asıl vurgulanan husus, dinî ve dünyevî meselelerde insanların çoğunluğunun belli bir görüş, inanç ve yaşayış biçimini seçtiğine bakarak, sadece buradan hareketle bunun doğru olduğunu zannetmenin ve onlara uymanın her zaman isabetli olmayacağıdır. Zira bu çoğunluk, inançlarını ve hayat tarzlarını oluşturup belirlerken aklıselime, gerçek bilgiye ve temiz vicdana dayanmak yerine –Mekke müşriklerinde görüldüğü gibi– kuruntulara, zan ve tahminlere de dayanıyor olabilirler. Bu sebeple Hz. Muhammed’in şahsında müslümanlar, inanç ve yaşayışlarını, nefsânî meyil ve güdüler, zan ve tahminler veya yalanlar üzerine kuran çoğunluğu taklit edip onlara uymaktan sakındırılmıştır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 460
 
En'âm Suresi - 117 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَبٖيلِهٖۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَدٖينَ
    ﴿١١٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾117﴿
Muhakkak ki senin rabbin, evet O, kendi yolundan sapanları da, doğru yolda gidenleri de iyi bilmektedir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İnsanlar inanç ve yaşayış bakımından genellikle “Allah’ın yolundan sapanlar” ve “doğru yolda gidenler” şeklinde ikiye ayrılmış; kimlerin yoldan saptığını, kimlerin hak yolda olduğunu Allah Teâlâ’nın çok iyi bildiği belirtilerek, dolaylı bir ifadeyle, yalan ve kuruntularla yollarını belirleyen dalâlet ehline güvenmek ve bağlanmak yerine, Allah’a güvenip bağlanmak, hakikati tayinde sadece O’nu ve O’nun bilgi hazinesi olan Kur’an’ı rehber kılmak gerektiğine işaret edilmiştir.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 460-461
 
En'âm Suresi - 118 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِهٖ مُؤْمِنٖينَ
    ﴿١١٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾118﴿
Allah’ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine O’nun adı anılarak kesilenlerden yiyin.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bir önceki âyetin sonunda yoldan sapmışlarla hidayette olanlardan söz edilmişti. Burada ise hidayet ehli olan müslümanlardan, (“bismillâh...” diyerek veya başka şekillerde) Allah’ın ismi anılmak suretiyle kesilen (yahut avlanan) hayvanlardan yemeleri istenmekte olup bu istek buyruk değil, “yiyebilirsiniz” anlamında izin (ibâha) ifade eder. Müşrikler putların ve cinlerin adını anarak da hayvan kesiyorlardı. Âyette bu uygulama yasaklanmaktadır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 462
 
En'âm Suresi - 119 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَمَا لَكُمْ اَلَّا تَأْكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَقَدْ فَصَّلَ لَكُمْ مَا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ اِلَّا مَا اضْطُرِرْتُمْ اِلَيْهِؕ وَاِنَّ كَثٖيراً لَيُضِلُّونَ بِاَهْوَٓائِهِمْ بِغَيْرِ عِلْمٍؕ اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ بِالْمُعْتَدٖينَ
    ﴿١١٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾119﴿
Üzerine Allah’ın adı anılarak kesilen hayvandan niçin yemeyesiniz ki? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kalmanız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki rabbin haddi aşanları çok iyi bilir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hafâcî’nin kaydettiği bir rivayete göre ilk dönem müslümanlarından bir kısmı, zühd ve takvâ olsun diye bazı önemli gıda maddelerini kendilerine yasaklıyorlardı. Âyette böyle bir tutumun doğru olmadığına işaret edilmiştir (bk. İbn Âşûr, VIII, 33). Ancak Taberî, kendisinin ilk müslümanlar arasında böyle bir anlayış bulunduğunu gösteren bir bilgiye rastlamadığını belirtiyor (VIII, 12). Bu âyetin ifadesi karşısında da, vejeteryen anlayışın kişisel bir tercih olmaktan öte kendisi için dinî bir dayanak bulması mümkün değildir. Zira yüce Allah, açlıktan ölmek gibi bir çaresizlik dışında hangi şeylerin yenilmesinin haram olduğunu açıklamıştır.
Âyetin “Oysa Allah ... haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır” cümlesiyle hangi âyetin kastedildiği hususunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ifade ile, yenilmesi haram olan şeyleri açıklayan Mâide sûresinin 3. âyetine atıfta bulunulmuştur. Ancak En‘âm sûresi Mekke’de, Mâide sûresi ise Medine’de indiğinden bu görüş isabetli görülmemektedir. Râzî ise söz konusu ifadeyle, bu sûrenin az sonra gelecek olan 145. âyetinin kastedildiği görüşündedir.
Âyette, zaruret halinde haram kılınan şeylerden yenilmesine izin verilmiştir. Ancak zaruret halinin tesbitiyle ilgili kesin ölçüler belirlenmesi önemli güçlükler taşır; bu durum büyük ölçüde vicdanî bir meseledir. Bu sebeple âyetin sonunda “Muhakkak ki rabbin haddi aşanları çok iyi bilir!” buyurularak bu ruhsatı istismar etmeye kalkışacak olan kötü niyetli kimseler uyarılmıştır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 462-463
 
En'âm Suresi - 120 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَذَرُوا ظَاهِرَ الْاِثْمِ وَبَاطِنَهُؕ اِنَّ الَّذٖينَ يَكْسِبُونَ الْاِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُوا يَقْتَرِفُونَ
    ﴿١٢٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾120﴿
Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka göreceklerdir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bir önceki âyetin son cümlesiyle bağlantılı olarak bu âyet “Kötülüğü alenen yapmaktan da gizli yapmaktan da sakının” veya “Zina, hırsızlık gibi açık ve fiilî kötülükleri de; kibir, kıskançlık gibi gizli kötülükleri de bırakın” mânasında anlaşılabilir. Bir görüşe göre bu âyetle zinanın gizli yapılmasını helâl sayan Câhiliye Arapları’nın bu anlayışı reddedilmiştir (Râzî, XIII, 167). Ancak âyette her türlü kötülüğün açıktan yapılmasının da gizlice yapılmasının da haram kılındığını düşünmek daha isabetli olur. Elmalılı M. Hamdi, haklı olarak “Bu âyet, alelumum ahkâm-ı hürmet hakkında bir asl-ı küllî beyan etmektedir” der (III, 2039).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 463
 
En'âm Suresi - 121 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَا تَأْكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ وَاِنَّهُ لَفِسْقٌؕ وَاِنَّ الشَّيَاطٖينَ لَيُوحُونَ اِلٰٓى اَوْلِيَٓائِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْۚ وَاِنْ اَطَعْتُمُوهُمْ اِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَࣖ
    ﴿١٢١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾121﴿
Üzerine Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Burada ister kendiliğinden ölmüş olsun, ister kesilerek öldürülmüş olsun, Allah’ın ismi anılmadan kesilen hayvan etinin yenilmesi yasaklanmıştır. İmam Mâlik’e göre, kasten de olsa unutkanlık veya bilgisizlik neticesinde de olsa, Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini yemek haramdır. Hanefîler’e göre sadece kasıtlı olarak Allah’ı anmadan kesilen hayvanın etini yemek haramdır. İmam Şâfiî ise âyetin asıl maksadının Allah’tan başkası adına kesilen hayvanın etini haram kılmak olduğunu düşünerek, böyle bir niyet bulunmadığı sürece, bilerek de olsa bilmeden de olsa, Allah’ın ismi zikredilmeden kesilen hayvanın etinin yenilebileceği hükmüne varmıştır.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 463
 
Geri
Üst