• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

Mâide Suresi Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
Mâide Suresi

Hakkında​

Medine döneminde inmiştir. 120 âyettir. Sûre, adını 112. ve 114. âyetlerde yer alan “mâide” (sofra) kelimesinden almıştır. Sûrede başlıca; verilen sözlerin yerine getirilmesi, İsrailoğullarının sözlerinde durmamaları, Hıristiyanların yanlış inançları, dünyaya düşkünlükleri ve yolsuzlukları, müslümanlar için bazı talimat, uyarı ve dinî hükümler konu edilmektedir.

Nuzül​


Mushaftaki sıralamada 5., iniş sırasına göre 112. sûredir. Fetih sûresinden sonra, Tevbe’den önce Medine’de nâzil olmuştur. Medine döneminde bir defada indiğine ve son inen sûrelerden olduğuna dair rivayetler bulunmakla birlikte (Tirmizî, “Tefsîr”, 6/20; Müsned, II, 176; VI, 455; Hâkim, Müstedrek, II, 311), bu rivayetlerin gerek sûrenin ihtiva ettiği konulara gerekse sûre içindeki âyetlerin iniş sebebiyle ilgili bilgilere uygun düşmediğini savunan Ateş’e göre sûre, Medine döneminde uzun bir zaman dilimi içerisinde peyderpey inmiş, ancak Hz. Peygamber’in hayatının sonlarında tertip edilmiş olması sebebiyle tamamının bir defada indiği sanılarak bu rivayetler ortaya çıkmıştır (II, 448). Gösterilen gerekçeler incelendiğinde bu görüşün daha isabetli olduğu anlaşılmaktadır.


Konusu​


Muhteva bakımından Nisâ sûresinin devamı mahiyetindedir. Zira Nisâ sûresinin son bölümünde değinilen yahudi ve hıristiyanların bâtıl inançları, tutum ve davranışları bu sûrede de ağırlıklı olarak ele alınmış ve bunlarla ilgili önemli açıklamalar yapılmıştır. Bunun dışında akidlere bağlılık, yardımlaşmada ölçü, helâl ve haram olan yiyecekler, av ve avlanma hükümleri, hayvanlarla ilgili bazı Câhiliye âdetlerinin yersizliği, Ehl-i kitabın kestiklerini yemenin ve kadınlarıyla evlenmenin câiz olması; abdest, gusül, teyemmüm, temizlik ve hac farîzasıyla ilgili hükümler; hırsızlık, yol kesicilik ve ülkede fesat çıkarmanın cezası, cihadın lüzumu, insanların birbirlerine iyilikle muamele etmeleri, fiil ve niyette doğruluk ve adalet üzere bulunmaları, yemin kefâreti, vasiyet, dinden dönmenin kötülüğü, içtimaî ve ahlâkî münasebetler, içki ve kumar yasağı gibi dinî ve hukukî konular ele alınmaktadır. Bunlara ek olarak sûrede öğüt ve ibret alınacak kıssalar yer almıştır. Bunlar, Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssası ile Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ’nın hayat hikâyelerinden kesitler şeklindedir. Ayrıca sûrede âhiret hallerinden de bahsedilmektedir.


Fazileti​


Abdullah b. Amr b. Âs’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Hz. Peygamber bineği üzerinde iken ona Mâide sûresi indi. (O sıradaki ruh halinden dolayı) binek onu taşıyamadı, bunun üzerine Hz. Peygamber bineğinden indi” (Müsned, II, 176).
Sûrenin bir defada indiği görüşünde olanları destekleyen bir başka rivayete göre Esmâ binti Yezîd şöyle demiştir: “Ben Hz. Peygamber’in devesi Adbâ’nın yularını tutuyordum, o anda Hz. Peygamber’e Mâide sûresinin tamamı nâzil oldu. Sûrenin ağırlığından neredeyse devenin bacakları kırılacaktı” (Müsned, VI, 455).
 
Mâide Suresi - 52 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَتَرَى الَّذٖينَ فٖي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ فٖيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُصٖيبَنَا دَٓائِرَةٌؕ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِهٖ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا فٖٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِمٖينَؕ
    ﴿٥٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾52﴿
Kalplerinde hastalık bulunanların “Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz” diyerek onların dostluklarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün. Belki de Allah müminlere katından bir fetih veya başka bir başarı getirir de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Kalplerinde hastalık bulunanlar”dan maksat inanmadıkları halde müslüman görünen münafıklar olup âyette bunların yahudilerle ve hıristiyanlarla olan ilişkilerine değinilmektedir. Câhiliye döneminde Arabistan’daki yahudiler ve hıristiyanlar ekonomik bakımdan putperest Araplar’dan daha ileri seviyede bulunuyorlardı. Medine’de yahudiler en verimli topraklara sahip oldukları gibi ticarete de hâkimdiler. Bu sebeple halkın üzerinde güçlü bir ekonomik baskı oluşturmuşlardı. Bu durum siyasette de ağırlığını hissettiriyordu. Yarımadanın diğer bölgelerinde –özellikle Yemen’de– bulunan hıristiyanlar da ekonomik bakımdan diğerlerinden daha iyi durumda idiler. Hicretin ilk yıllarında müslümanlar Hz. Peygamber’in liderliğinde devlet kurmuş olmakla birlikte putperestlere ve diğer güçlere karşı verdikleri mücadele henüz kesin bir sonuca ulaşmadığı için Medine’deki münafıklar durumlarını netleştirmemişlerdi. Bunlar müslümanların içinde yer almışlardı, ancak mücadele müslümanların yenilgisiyle sonuçlanacak olursa yahudilere ve hıristiyanlara sığınabilmek için ilişkilerini sürdürme konusunda birbirleriyle yarışıyorlardı.
“Kalplerinde hastalık bulunanların, ‘Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz!’ diyerek onların dostluklarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün” meâlindeki cümlede, münafıkların ikili oynadıkları ifade edilmektedir. Ancak münafıklar Allah’ın Hz. Peygamber’e yardım edeceğini, ona zaferler, fetihler nasip edebileceğini veya düşmanlarının başına bir felâket getirip de onları yok edebileceğini, bu takdirde ikili oyunlarından pişmanlık duyacaklarını hesaba katmamışlardı. Nitekim münafıkların hesabı tutmadı, yüce Allah vaadini yerine getirerek peygamberine fetihler ve başarılar nasip etti. Böylece münafıklar hayal kırıklığına uğradılar.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 294-295
 
Mâide Suresi - 53 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَيَقُولُ الَّذٖينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذٖينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْؕ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِرٖينَ
    ﴿٥٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾53﴿
İman edenler de “Sizinle beraber olduklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıydı?” derler. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiş, sonuçta hüsrana uğramışlardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


O zaman münafıkların bu ikiyüzlü hallerini gören müminler hayrete düşerek ya yahudilere hitaben veya kendi aralarında “Sizinle beraber olduklarına dair bütün güçleriyle Allah’a yemin edenler bunlar mıydı!” diye sormaya başlarlar. Bu, hayret ifade eden bir sorudur. Kuvvetli ihtimalle münafıklar her iki tarafa da yani hem yahudilere hem de müslümanlara yardım ve destek sözü vermişler ve bunu yeminle pekiştirmişlerdi. “Şayet siz çıkarılacak olursanız, bilin ki biz de sizinle beraber çıkarız, sizin hakkınızda (onlarla olmayın diyen) kimseye asla itaat etmeyiz. Eğer size savaş açılırsa muhakkak yardımınıza koşarız” (Haşr 59/11) diyerek yahudilere teminat vermişlerdi. Bununla beraber her fırsatta Hz. Peygamber’e iman ettiklerini ve müminlerle beraber olduklarını da söylüyorlardı (bk. Bakara 2/14; Nisâ 4/141; Münâfikun 63/1). Fakat samimiyetten yoksun oldukları için mümin görünerek kıldıkları namazlar, tuttukları oruçlar, verdikleri zekâtlar ve yaptıkları diğer ameller boşa gitti ve sonuçsuz kaldı.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 295
 
Mâide Suresi - 54 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دٖينِهٖ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنٖينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرٖينَؗ يُجَاهِدُونَ فٖي سَبٖيلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍؕ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْتٖيهِ مَنْ يَشَٓاءُؕ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَلٖيمٌ
    ﴿٥٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾54﴿
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihad ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İslâm’a düşman olan gayri müslimleri dost edinmek ve önder olarak tanımak münafıklık gibi bir kalp hastalığından ileri gelmekte ve insanların mürted olmalarına yani dinden dönmelerine sebep olmaktadır. Bu yüzden Allah konunun akışı içerisinde müminlere hitap ederek içlerinden böylelerinin çıkabileceğine işaret buyurmakta, onların dinden dönmeleriyle İslâm’ın değil, kendilerinin kaybedeceğini bildirmektedir.
“Dinden dönme” diye tercüme ettiğimiz irtidad kavramı “bir kimsenin müslüman iken dinden dönmesi, İslâm’ı terketmesi” demektir. Bu şekilde dinden dönen kimseye mürted denir. Hz. Peygamber zamanından beri İslâm dünyasında az da olsa dinden dönme olayları meydana gelmiştir. Ancak bunlar gerek sayı gerekse nitelik olarak hiçbir zaman İslâm’ın yaşamasına ve yayılmasına zarar verecek derecede problem oluşturmamıştır (bk. Ömer Rızâ, İslâm Tarihi, VI, 74-92). Allah’ın insanlığı aydınlatmak için yakmış olduğu meşale her geçen gün biraz daha güçlenerek dünyayı aydınlatmaya devam etmektedir. Bununla birlikte yüce Allah müminlerin dinden dönmeleri durumunda yerlerine yeni nesiller getireceğini haber vermektedir. Âyette bunların vasıfları şöyle sıralanmıştır:
a) Bunlar Allah’ın sevgili kullarıdır. Allah’ın kulunu sevmesinden maksat onun doğru yolu bulmasını murat etmesi, ondan razı olması, itaat ve ibadetlerine bolca sevap vermesi, onu övmesi ve hayırlı işlerde başarılı kılmasıdır. Allah’ın sevgisine mazhar olan kimseler, O’nun yardımına, dolayısıyla başarıya ve kurtuluşa namzettirler. Çalışma, ilerleme ve başarma hususunda Allah’ın yardımı daima onlarla beraberdir.
b) Bunlar Allah’ı severler. Allah sevgisi, O’nun yüceliğini ve nimetlerini düşünme neticesinde kişinin kalbinde meydana gelen bir duygudur. Bu duyguya sahip olanlar Allah’a karşı saygılıdırlar, O’nun emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınırlar. Allah yolunda ve din uğrunda gayret göstermekten, mallarını ve canlarını feda etmekten kaçınmazlar. Kur’an-ı Kerîm insanlığı en başta Allah’ın birliği inancına ve Allah’ı her şeyden daha çok sevme duygusuna ulaştırmak ister. Nitekim Bakara sûresinin 165. âyetinde “İman edenler ise en çok Allah’ı severler” buyurularak bu hedefe işaret edilmektedir. İnsanla yaratıcısı arasındaki en yüksek ilişki, sevgi düzeyine ulaşan ilişkidir. Allah’ı her şeyden çok seven insan bütün ilişkilerini bu sevgiye, dolayısıyla Allah’ın iradesine göre düzenleyeceğinden onun bütün ilişkileri bilinçli ve iradeli olacaktır. İslâm düşüncesinde hakiki sevgi Allah sevgisidir. Çünkü kişinin asıl varlığının sebebi, mazhar olduğu iyilik ve ikramların, maddî ve mânevî nimetlerin aslı O’dur. En iyi, en güzel olan O’dur. Bütün iyilikler, güzellikler O’ndan gelir, bu sebeple sevilmeye en çok lâyık olan O’dur (bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/165; Âl-i İmrân 3/31).
c) Müminlere karşı alçak gönüllü yani şefkatli, merhametli ve naziktirler. Onlara karşı kuvvete başvurmazlar; zekâ, yetenek, etki, servet ve diğer güçlerini müminlerin aleyhine baskı aracı olarak kullanmazlar.
d) Kâfirlere karşı vakarlıdırlar, yani İslâm düşmanlarına karşı sert, dirençli ve tâvizsizdirler; maddî menfaatlere kapılmayacak kadar yüksek şahsiyete sahiptirler.
e) Allah yolunda cihad ederler, yani Allah rızâsını kazanmak için hakkı ve adaleti gerçekleştirmeye gayret ederler; bu uğurda başlarına gelecek her türlü sıkıntıya katlanırlar; mal ve canlarını Allah yolunda harcamaktan çekinmezler. Cihad, samimi müminlerin en önemli özelliklerinden ve ayırıcı vasıflarındandır.
f) Hak uğrunda cihad ederken hiçbir kimsenin kınamasından korkmazlar; varlığına ve birliğine inandıkları Allah yolunda yürürler, O’nun hükümleriyle hükmederler, karşıtlarının muhalefet, eleştiri, itiraz ve alaylarına aldırış etmezler. Çünkü bunlar yaptıklarına karşılık olarak insanlardan ne bir ödül ne de övgü beklerler; sadece hakkı gerçekleştirmek, bâtılı yok etmek, iyiliği ve güzelliği yaymak, kötülüğü ve çirkinliği önlemek, böylece Allah’ın rızâsını kazanmak için çaba harcarlar.
Bakara sûresinde ve burada dininden dönen kimselerden ve bu davranışın doğurduğu sonuçlardan söz edildiği halde ölüm cezası zikredilmemiştir. Böylesine büyük bir cezadan yeri geldiği halde söz edilmemiş olması, ölüm cezasının yalnızca dinden dönme günahının değil, müslümanlara karşı savaş durumuna geçme suçunun karşılığı olduğu anlayışını desteklemektedir (irtidad hakkında bilgi için ayrıca bk. Bakara 2/217).








Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 295-297
 
Mâide Suresi - 55 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا الَّذٖينَ يُقٖيمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ
    ﴿٥٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾55﴿
Sizin velîniz ancak Allah’tır, peygamberidir, bir de Allah’ın emrine boyun eğerek namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren müminlerdir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sizin velîniz ancak Allah’tır, peygamberidir, bir de Allah’ın emrine boyun eğerek namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren müminlerdir.
Kaynak :
 
Mâide Suresi - 56 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَࣖ
    ﴿٥٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾56﴿
Kim Allah’ı, peygamberini ve iman edenleri velî edinirse bilsin ki Allah’tan yana olanlar mutlaka galip geleceklerdir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Kim Allah’ı, peygamberini ve iman edenleri velî edinirse bilsin ki Allah’tan yana olanlar mutlaka galip geleceklerdir.
Kaynak :
 
Mâide Suresi - 57 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذٖينَ اتَّخَذُوا دٖينَكُمْ هُزُواً وَلَعِباً مِنَ الَّذٖينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنٖينَ
    ﴿٥٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾57﴿
Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlence konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer müminseniz Allah’tan korkun.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yüce Allah 51. âyette müminlerin yahudi ve hıristiyanlarla içten dostluklar kurmalarını yasaklamıştı. Burada ise özel olarak Ehl-i kitap’tan sadece dini alay ve eğlence konusu yapan kimselerle genel olarak da bütün kâfirlerle veya –bir başka kıraate göre– bunlardan yalnız dinle alay edenlerle böyle bir ilişki kurmalarını yasaklamaktadır. Âyetin iniş sebebi olarak bazı müslümanların birtakım münafıklara karşı sevgi ve muhabbet duygularıyla muamele etmeleri gösterilmiştir (Râzî, XII, 32; Elmalılı, III, 1722). Münafıklık –bir yönüyle– “dini eğlence ve oyuncak yerine koyma, onu âdi maksatlara alet etme” anlamına geldiği için burada özellikle bu şekilde hareket eden inkârcılara dikkat çekilmektedir. Âyetin iniş sebebi hususi olmakla birlikte hükmü umumi olup müslümanlara yöneltilen her türlü alay etme, küçümseme ve onları eğlence yerine koyma gibi kırıcı davranışları ve bu davranışların sahibi olan kâfirleri içermektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 299
 
Mâide Suresi - 58 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِذَا نَادَيْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ اتَّخَذُوهَا هُزُواً وَلَعِباًؕ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَ
    ﴿٥٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾58﴿
Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu, onların aklını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Bir önceki âyette mutlak olarak dini oyun ve eğlence yerine koyma söz konusu iken burada dinin özel bir hükmüyle yani ezanla veya namazla alay etme söz konusudur. Müslümanları namaza çağırmak maksadıyla ezan okunduğunda münafıklar ezanın sözlerini çarpıtarak, yahut eğlenceye alarak onunla veya namazla alay ediyorlardı. Ezanı veya namazı bu şekilde alay konusu yapmaları şüphesiz ki onlardaki düşünce kıtlığından, cehalet ve anlayışsızlıktan ileri geliyordu.
Bu âyetin yanısıra Cum’a sûresinin (62) 9. âyeti, “namaza çağırma” mânasında ezanın Kur’an’da yer aldığını göstermektedir. Çağırmanın şekli ve sözleri ise sünnette belirlenmiştir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 299-300
 
Mâide Suresi - 59 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنْقِمُونَ مِنَّٓا اِلَّٓا اَنْ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلُۙ وَاَنَّ اَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ
    ﴿٥٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾59﴿
De ki: “Ey Ehl-i kitap! Biz yalnız Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilene iman ettiğimiz için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa sizin çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İslâm’ın Medine’de hızla yayıldığını gören Ehl-i kitap (yahudiler) müslümanları kıskandıkları için onlara karşı kin ve nefret besliyor, onları küçümsüyorlardı. Bu sebeple âyet-i kerîmede Hz. Peygamber’den onların bu kin ve nefretlerinin sebebini sorması istenmektedir. Çünkü müslümanların Allah’a, Peygamber’e ve daha önce gelmiş olan kitaplara iman etmeleri bir suç ve kusur değildi! Peygamberlerini tasdik edip kitaplarına iman ettikleri için Ehl-i kitabın müslümanları takdir etmeleri gerekirken, aksine kıskandıklarından dolayı onlara karşı kin ve nefret hisleriyle davranıyorlardı. Âyetten anlaşıldığına göre Ehl-i kitabın müslümanlara karşı menfi tavırlarının iki sebebi vardır: Biri, müslümanların Hz. Muhammed ve Kur’an dahil peygamberlere ve onlara indirilmiş olan kitaplara iman etmeleridir. İkinci sebep ise Ehl-i kitabın çoğunun yoldan çıkmış kimseler olmalarıdır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 300
 
Mâide Suresi - 60 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قُلْ هَلْ اُنَبِّئُكُمْ بِشَرٍّ مِنْ ذٰلِكَ مَثُوبَةً عِنْدَ اللّٰهِؕ مَنْ لَعَنَهُ اللّٰهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازٖيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَؕ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ عَنْ سَوَٓاءِ السَّبٖيلِ
    ﴿٦٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾60﴿
De ki: “Allah katında cezası bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazap ettiği, bir kısmını maymunlara ve domuzlara çevirdiği, tâguta tapan kimselerdir. İşte bunlar, yeri daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha fazla sapmış bulunanlardır.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Tâgut, hakkı tanımayıp azan ve sapan her kişiye ve her güce veya Allah’tan başka tanrı edinilen şeylere verilen addır. Azgın ve sapkın olması sebebiyle şeytana da tâgut denilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de tâgut kelimesi insanlar tarafından ilâh edinilmiş bütün bâtıl tanrıları; insanların Allah Teâlâ’ya isyan etmelerine sebep olan, görünür ve görünmez varlıkları; insanlık tarihi boyunca hakkı bâtıl, bâtılı hak gösterme gayretkeşliğini yansıtan, bütün küfür ve ilhâd faaliyetlerini ifade eden bir terim olarak kullanılır. Kur’an-ı Kerîm’de –birinde cibt lafzıyla birlikte olmak üzere– sekiz yerde geçen bu kelimenin, tevhid akîdesinin insanlar tarafından benimsenmesine engel olan insan, şeytan, kâhin ve sihirbazların hepsini; Allah Teâlâ dışında insanlarca mâbud edinilmiş bâtıl tanrıların tamamını, gerçek mâbuda karşı kulluk görevlerini yerine getirmeyi engelleyen düşünce sistemlerini ve faktörleri ifade ettiği müfessirlerce kaydedilmiştir (Ali Bardakoğlu, “Tâgut”, İFAV Ans., IV, 225; bu konuda bilgi için bk. Elmalılı, II, 869).
“Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi?” sorusundaki yeri kötü olanların nitelikleri âyetin devamında tanıtıldığı halde kimlerin yerinden daha kötü olduğuna dair bilgi verilmemiştir. Bu konuda müfessirler farklı görüşler belirtmişlerse de bize göre âyetin bağlamına uygun olan şudur: 57-58. âyetlerde müminlerin dinini, ezan ve namazlarını küçümseyip alay ve eğlence konusu yaptıkları bildirilen kimselerin Allah katındaki yeri elbette kötüdür, cezaları da ağırdır. Fakat Allah katındaki yeri bunlardan daha kötü olanlar da vardır. Bunlar, Allah’ın lânetlediği, gazap ettiği, bir kısmını maymunlara ve domuzlara çevirdiği, tâguta tapan kimselerdir.
Âyetteki “bir kısmını maymunlara ve domuzlara çevirdiği”ne dair ifadenin gerçek bir dönüşmeye mi yoksa ahlâkî ve mânevî bir değişim ve bozulmaya mı işaret ettiği hususunda Kur’an’da herhangi bir açıklama yoktur. Müfessirlerin çoğunluğuna göre Allah’ın buyruklarına uymayanlar gerçekten fiziksel bir dönüşüme uğratılarak maymun veya domuz haline getirilmişlerdir. Ancak başta tâbiînin meşhurlarından Mücâhid olmak üzere bazı müfessirler bu tür ifadeleri, Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyen günahkâr kimselerin mâruz kalacağı ahlâkî çöküntünün mecazi bir anlatımı olarak yorumlamışlardır (Taberî, I, 332; Elmalılı, II, 1725; Reşîd Rızâ, I, 343-345; Ateş, I, 179; Muhammed Esed, I, 204).
Âyette belirtilen cezaların kimlere verildiği açıkça belirtilmese de, Kur’an’ın çeşitli yerlerinde İsrâiloğulları’nın bu tür cezalara çarptırıldığı bildirilmektedir. Yüce Allah İsrâiloğulları’na cumartesi (sebt) gününü kutsal tatil günü olarak ayırdığını bildirmiş ve bu günde çalışmalarını ebedî olarak yasakladığını haber vermişti. Ancak onlar hileli yollarla Allah’ın emrini çiğnediler, bu sebeple Allah onları lânetledi (Nisâ 4/47), onlara “Aşağılık maymunlar olun!” dedi (Bakara 2/65). “Allah’ın âyetlerini inkâra devam etmeleri ve peygamberleri öldürmeleri sebebiyle zillete, fakru zarûrete mahkûm oldular, Allah’ın gazabına uğradılar” (Bakara 2/61; Âl-i İmrân 3/112).
Tefsirini yaptığımız âyetin bağlamı yahudilerle ilgili olduğuna göre âyette belirtilen diğer cezaların yanında –gerçek veya mecazi anlamda– “maymunlara ve domuzlara çevirme” cezası da büyük bir ihtimalle yine onlara verilmiştir. Yahudilerin, çeşitli dönemlerde hak dinden saparak putlara taptıkları da Kur’an-ı Kerîm’de haber verilmiştir (meselâ bk. Bakara 2/54; Tâhâ 20/88). Şüphesiz Kur’an’ın bundan maksadı tarihî olayları anlatmak değil, yahudilerin bildiği ve kendi milletlerinin başından geçmiş olan olayları onlara hatırlatarak ders almalarını sağlamaktır. Yahudiler vahiy aracılığıyla yani Tevrat’la aydınlatılmış oldukları için Allah’ın buyruklarına aykırı davranmalarının mazereti kalmamış, sonuçta bu tür ağır cezalara çarptırılmışlardır. Âyetin ifade ettiği “Allah katında yeri daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha fazla sapmış bulunanlar” bunlardır.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 300-302
 
Mâide Suresi - 61 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاِذَا جَٓاؤُ۫كُمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَقَدْ دَخَلُوا بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُوا بِهٖؕ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا كَانُوا يَكْتُمُونَ
    ﴿٦١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾61﴿
Size geldiklerinde “İman ettik” derler. Oysa onlar inkârla girmiş, yine onunla çıkmışlardır. Allah onların neler gizlemiş olduklarını daha iyi bilir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Müslümanların dinleri ve namazlarıyla alay eden yahudiler Hz. Peygamber’e karşı olan kin ve düşmanlıklarını gizli tutuyorlar, ona inanmadıkları halde inanmış görünerek meclisine gelip oturuyorlar, onu dinledikten sonra yine inanmamış olarak çıkıp gidiyorlardı. Âyet, bunların “inandık” şeklindeki sözlerinde yalancı olduklarını, o katı kalplerine hiçbir şekilde imanın girmediğini, Hz. Peygamber’in yanına kâfir olarak girdikleri gibi kâfir olarak çıktıklarını, fakat gizlediklerini sandıkları bu yalanlarını, hile ve tuzaklarını Allah’ın çok iyi bildiğini haber vermektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 302
 
Mâide Suresi - 62 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَتَرٰى كَثٖيراً مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَؕ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
    ﴿٦٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾62﴿
Onlardan birçoğunun günaha girmede, haksızlık etmede ve haram yemede birbirleriyle yarıştıklarını görürsün. Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yahudilerin –hepsi olmasa da– bir çoğunun müslümanlara karşı yalancılık, haksızlık, düşmanlık gibi menfi davranışlarda, günah işlemede, rüşvet ve benzeri yollarla haram yemede birbirleriyle yarıştıkları; bu yaptıklarının son derece çirkin davranışlar olduğu ifade edilmektedir. Yüce Allah, “... görürsün” hitabıyla bu tutumlarının herkes tarafından gözlemlenebilen bir durum olduğuna işaret etmektedir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 302
 
Mâide Suresi - 63 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • لَوْلَا يَنْهٰيهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالْاَحْبَارُ عَنْ قَوْلِهِمُ الْاِثْمَ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَؕ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَصْنَعُونَ
    ﴿٦٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾63﴿
Bâri din adamları ve âlimleri onları yalan söylemekten ve haram yemekten menetselerdi. Bu yaptıkları ne kötüdür!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Allah Teâlâ yahudilerin yaptıkları haksızlıklar karşısında sessiz kalıp onları uyarmayan, yalan söylemelerine ve haram yemelerine rızâ gösterip bunu engellemeyen eğitimcileri, din adamlarını ve âlimleri kınamakta, bu davranışın kötülüğünü haber vermektedir.
Âlimlerin ve eğitimcilerin yanlış söz ve davranışları yanında, gerektiğinde uyarı görevini yerine getirmemeleri halkın ahlâkının ve dininin bozulmasına sebep olduğu için büyük bir sorumluluk altındadırlar. Müfessirler Kur’an’da âlimleri uyaran en sert ifadenin bu âyette olduğu kanaatindedirler (Zemahşerî, I, 350; Elmalılı, III, 1727. “Din adamları” diye tercüme edilen rabbâniyyûn hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/79; Mâide 5/44; “âlimler” diye tercüme edilen ahbâr hakkında bilgi için bk. Mâide 5/44).




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 302-303
 
Mâide Suresi - 64 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَقَالَتِ الْيَهُودُ يَدُ اللّٰهِ مَغْلُولَةٌؕ غُلَّتْ اَيْدٖيهِمْ وَلُعِنُوا بِمَا قَالُواۘ بَلْ يَدَاهُ مَبْسُوطَتَانِۙ يُنْفِقُ كَيْفَ يَشَٓاءُؕ وَلَيَزٖيدَنَّ كَثٖيراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًؕ وَاَلْقَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِؕ كُلَّمَٓا اَوْقَدُوا نَاراً لِلْحَرْبِ اَطْفَاَهَا اللّٰهُۙ وَيَسْعَوْنَ فِي الْاَرْضِ فَسَاداًؕ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدٖينَ
    ﴿٦٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾64﴿
Yahudiler “Allah’ın eli bağlanmış!” dediler. Asıl kendi elleri bağlanmıştır ve söyledikleri yüzünden lânetlenmişlerdir. Aksine O’nun iki eli de açıktır, dilediği gibi verir. Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkârcılığını kuşkusuz arttıracaktır. Onların arasına kıyamete kadar sürecek düşmanlığı ve kini saldık. Ne zaman savaş ateşini tutuşturmuşlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuk için çaba harcarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Peygamberlerin gösterdiği aydınlık yoldan ayrılan ve Allah’ın nimetlerine nankörlük eden yahudiler asırlar boyu zillet ve mahrumiyet içinde yaşamışlar, millî kurtuluş ümitlerini yitirip itibarlarını kaybetmelerinden dolayı yas tutmaya başlamışlardı. Son peygamberin kendi içlerinden çıkması ümidi de boşa çıkınca, içlerinden bazı küstahlar Allah’ı suçlamaya kalkıştılar.
Esasen Allah’a inanan ve ilâhî bir dinin mensubu olan yahudilerin dinlerinde de Allah hakkında saygısızca sözler söylemek kabul edilebilir bir davranış değildir. “Allah’ın eli bağlanmış” sözünü haddini bilmeyen bazı yahudilerin söyleyip yahudi toplumunda sokaktaki adamın da bunu cahilce tekrarlar hale gelmiş olması yahut halkın kendisine itibar ettiği bir din adamı veya lider (rivayete göre Finhâs b. Âzûrâ) tarafından söylendiği için âyette bu sözün tüm topluluğa nisbet edilmiş olması muhtemeldir (İbn Âşûr, VI, 249).
Yahudilerin bu sözü söylemeleri daha çok şu iki sebeple açıklanır:
a) Uğradıkları sıkıntı ve felâketler karşısında ümitlerinin kalmadığını, Allah’ın kendilerine karşı cimrileştiğini ve hazinelerini kapattığını ifade etmek; b) Müslümanlara zekâtın farz kılınması, “Kim Allah’a güzel bir borç verirse Allah da bunu kat kat fazlasıyla öder” (Bakara 2/245) meâlindeki âyetle hayır yolunda harcama yapmanın özendirilmesi ve yahudilerden diyet ödemelerine katılmalarının istenmesi gibi dinî bildirim ve düzenlemelerin ulvî hedeflerini görmezden gelip bunları sırf menfaatçi bir bakışla eleştirmek ve müslümanlarla alay etmek.
Birinci sebebe göre “Allah’ın eli bağlanmış” ifadesiyle ne kastettiklerini de iki şekilde anlamak mümkündür: a) Allah’ın kudreti azalmış, sınırlı hale gelmiştir, her konuda dilediği gibi karar verip uygulayamaz, bizi egemenliğimize kavuşturamaz, eski saltanatlı günlerimize döndüremez. Âyetin devamında yahudilerin bu sözüne reddiyede bulunulurken “Dilediği gibi verir” buyurulması da bu yorumu güçlendirmektedir. b) Allah’ın cömertliği sona ermiştir, artık cimri davranmaktadır (İbn Atıyye, II, 214-216; Râzî, XII, 40-44).
Âyette yapılan bu tasvirle, yahudilerin inanç ve ahlâk düsturları topluluğa nisbet edilerek ve herkesin anlayabileceği bir ifadeyle anlatılmış olmaktadır. Burada değinilen karakteristik özellik, tarih boyunca yahudilerin Allah’ın kudreti hakkındaki felsefî yaklaşımlarıyla ve bunun sonucu olarak benimsedikleri ahlâkî ve iktisadî ilkelerle örtüşmektedir. Gerçekten, yahudi din adamları Allah Teâlâ’nın evreni yaratttıktan sonra artık istirahate çekildiği, egemenlik ve gücünü yarattıklarına (özellikle Mâide sûresinin 18. âyetinde ifade edildiği üzere Allah’ın sevgili ve seçkin kulları olarak kendilerine) bıraktığı fikrinden hareketle, Allah’ın tam anlamıyla “fâil-i muhtâr” (fiillerinde mutlak bir seçme iradesine sahip) olmadığı, ilâhî güç ve iradenin doğa kanunlarıyla sınırlı olup onları asla aşamayacağı anlayışına sapmışlar, bunun sonucu olarak yahudilerde Allah’ın dilediğine dilediği biçimde ihsanda bulunabileceği veya ceza verebileceği inancı zaafa uğramış, hem rahmetinden ümit kesme hem de gazabından çekinmeme çizgisine kaymışlar, bu da onları iktisat alanında aşırı tutumluluğa, ahlâkî davranış olarak da cimriliğe ve yoksullara yardımı ödev saymamaya yöneltmiştir (Elmalılı, III, 1728-1729).
Arap dilinde de cömertlik ve cimrilik tutumlarının anlatımında “el” mânasına gelen yed kelimesinden yararlanılmakla beraber, âyette geçen “bağlanmış” anlamındaki mağlûle kelimesiyle birlikte Türkçe’deki “eli sıkı” deyimine karşılık gelen bir deyim halinde kullanıldığı görülmez. Ancak bu iki kelimenin birlikte yer aldığı başka bir âyetten (İsrâ 17/29) bu mâna açıkça anlaşıldığından yukarıdaki cümle “Allah’ın eli sıkıdır” veya “Allah cimridir” şeklinde tercüme edilebilir (İbn Âşûr, VI, 249; Elmalılı, III, 1727-1729). Fakat onların bu sözüne “Aksine O’nun eli açıktır” şeklinde değil, “Aksine O’nun iki eli de açıktır” buyurularak karşılık verilmiş olmasıyla Allah’ın her türlü noksanlıktan münezzeh olduğunu belirtmenin amaçlandığı düşünülebilir. Bu sebeple, meâlinde, birinci mânayı da kapsaması için, söz konusu cümle bir deyim olarak değil sözlük anlamına göre tercüme edilmiştir. Bazı müfessirlere göre ise, burada “Aksine O’nun iki eli de açıktır” buyurulması, Allah’ın cömertliğine sınır olmadığını ve hiçbir şekilde O’na cimrilik izâfe edilemeyeceğini veya nimetlerinin sayısız ve sınırsız olduğunu belirtmek içindir (Taberî, VI, 301-302; Zemahşerî, I, 351).
Âyetin “Asıl kendi elleri bağlanmıştır ve söyledikleri yüzünden lânetlenmişlerdir” diye çevrilen kısmı “Söyledikleri yüzünden kendi elleri bağlanmıştır ve lânetlenmişlerdir” şeklinde de tercüme edilebilir. Yine bu cümleleri veya sonuncusunu “elleri bağlanasıca ve lânet olasıca” şeklinde beddua olarak anlamak mümkün olduğu gibi, haber ifadesi olarak yorumlamak da mümkündür (lânet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/159; Âl-i İmrân 3/87). İkinci ihtimale göre, asıl bu sözü söyleyenlerin yüce Allah’ın bunca nimet ve ikramı ve evrendeki mutlak gücü karşısında kendi cimriliklerine ve âcizliklerine bakmaları gerekir.
Burada –yahudilerden bir örnek verilerek– kullanılan sert ifadenin, Allah hakkında saygısızca sözler söyleyen herkesi kapsayan genel bir uyarı olduğu dikkatten kaçırılmamalıdır. Nitekim insanın darlık ve sıkıntıya düştüğü zamanlarda Cenâb-ı Allah’ı kendisine karşı yükümlülükleri olan bir varlık olarak düşünmesi Kur’an’ın başka âyetlerinde soyut bir anlatım üslûbu içinde eleştirilmiş ve kendi konumu üzerinde daha dikkatli düşünmeye davet edilmiştir (meselâ bk. Fecr 89/16 vd.).
Kur’an’ın yahudiler hakkında verdiği bu tür bilgiler karşısında Hz. Muhammed’in Allah’tan vahiy aldığını kabul etmeleri gerekirken, aksine Resûlullah’a indirilene inanmadıkları için bu durum onların taşkınlıklarını arttırmış, insanlığın mutluluğu için ortak adımlar atmak yerine bitmez tükenmez çekişmelerin içine düşmüşlerdir. Âyet bu sûrenin 13-14. âyetleriyle birlikte değerlendirildiğinde, yahudilerin ve hıristiyanların dinî görünümlü çekişmelerin acılarına mâruz kalmalarının, Allah’a verdikleri sözü tutmamalarından ve O’ndan gelen uyarıları ve tâlimatı kabul etmemekte direnmelerinden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Yine âyetten anlaşıldığına göre gerçekleri bildikleri halde dini bir uzlaşma vesilesi olarak değil egolarının tatmin aracı olarak görmeye devam ettikleri sürece bu çekişmeler de sürüp gidecektir. Kuşkusuz bu örneklendirme ve uyarıdan müslümanların da sonuçlar çıkarmaları gerekmektedir.
Âyetin meâlinde geçen “Savaş ateşini tutuşturma” ifadesini sadece sıcak çatışma olarak anlamak doğru olmaz. Çünkü âyette kıtâl kelimesi değil, soğuk savaş da dahil olmak üzere her türlü savaşı kapsayan harp kelimesi kullanılmıştır (Reşîd Rızâ, VI, 458). Diğer yandan, ifadenin bağlamı göz önüne alındığında burada dinî ihtilâfları ön plana çıkaran çekişmelerin kastedildiği de söylenebilir. Âyetten anlaşıldığına göre, asırlar boyunca yahudilerin bozguncu kesimince sergilenen bağnaz tutumlar ve savaş duygularının harekete geçirilmesi için ortaya konan çabalar beklenen sonuçları vermemişse bunu ilâhî bir lutuf olarak görmek gerekir.





Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 303-306
 
Mâide Suresi - 65-66 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَوْ اَنَّ اَهْلَ الْكِتَابِ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَكَفَّرْنَا عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَاَدْخَلْنَاهُمْ جَنَّاتِ النَّعٖيمِ
    ﴿٦٥﴾
  • وَلَوْ اَنَّهُمْ اَقَامُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْجٖيلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِمْ مِنْ رَبِّهِمْ لَاَكَلُوا مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْؕ مِنْهُمْ اُمَّةٌ مُقْتَصِدَةٌؕ وَكَثٖيرٌ مِنْهُمْ سَٓاءَ مَا يَعْمَلُونَࣖ
    ﴿٦٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾65﴿
Şayet Ehl-i kitap iman edip günahtan sakınma çabası göstermiş olsalardı, kuşkusuz biz de kötülüklerini yüzlerine vurmaz ve onları nimeti bol cennetlere koyardık.

﴾66﴿
Şayet onlar Tevrat’ı, İncil’i ve rableri tarafından onlara indirileni doğru dürüst uygulamış olsalardı göğün ve yerin türlü türlü nimetlerinden yararlanırlardı. İçlerinde aşırılığa kaçmayan bir zümre var; onlardan bir çoğunun yaptıkları işler ise pek kötüdür.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Ehl-i kitabın kendilerini karanlıktan kurtarıp aydınlığa çıkaran ilâhî bildirimlerin ve ihsan edilen dünya nimetlerinin kadrini bilemedikleri, böylece kendi elleriyle dünya ve âhiret mutluluğunu heder ettikleri, bununla birlikte içlerinde doğruyu arayan, davranışlarında taşkınlıktan kaçınan bir grubun da bulunduğu haber verilmektedir (Ehl-i kitap’tan dürüst davrananlar hakkında ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/75).
65. âyette bir taraftan kötülüklerin bağışlanmasından yani günahkâr kişinin mahcup duruma düşürülmekten kurtarılması ve cezasının kaldırılmasından, diğer taraftan da nimetlerle dolu cennetlere kavuşturulmaktan söz edilerek âhiret mutluluğunun iki yönünün bulunduğu hatırlatılmaktadır.
66. âyetin “Göğün ve yerin türlü türlü nimetlerinden yararlanırlardı” şeklinde mâna verdiğimiz kısmının lafzî karşılığı şöyledir: “Hem üstlerinden hem de ayaklarının altından yerlerdi.” Burada geçen “üst” anlamındaki fevk ve “alt” anlamındaki taht kelimelerinin, sağlanan rızık yollarının ne kadar çok ve çeşitli olduğunu belirtme amacıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır (Şevkânî, II, 68). Buna göre âyette, dünya nimetlerinin de ilk bakışta çevrede görünenlerle sınırlı olmadığına dikkat çekilip insanların yerin üstündekilerinin yanı sıra yer altı servetlerini ve uzayın zenginliklerini araştırmaları için geniş ufuklar açılmaktadır. Bununla beraber, âyetin bu kısmına başka yorumlar da getirilmiştir. Bunlardan birine göre, “üstlerinden” ifadesi, kulların kendi çabaları dışında Allah Teâlâ’nın lutfedeceği nimetleri, “ayaklarının altından” ifadesi ise insanın çalışıp çabalamasıyla elde edeceği imkânları belirtmektedir. Diğer bir tefsire göre bunlardan birincisi toplumsal üretimden devlet eliyle pay almaya, ikincisi bireysel girişim ve üretimle elde edilecek imkânlara işaret etmektedir (Elmalılı, III, 1735).
Tevrat’ta da yahudilere Allah’ın buyruklarını yerine getirip yasaklarından kaçınmaları halinde Allah Teâlâ’nın onları bütün milletlerden üstün kılacağı ve nimetlerle bezeyeceği vaad edilmişti (Levililer, 26/3-12; Tesniye, 28/1-14). Buna göre âyetin, onların bu vaadin kıymetini bilemediklerine dikkat çektiği söylenebilir.
Âyette Tevrat ve İncil’i ve rableri tarafından diğer indirilenleri doğru dürüst uygulamış olma şartına bağlı olarak çeşitli rızıklardan bol bol yararlanıp refah içinde yaşama imkânından söz edildiğini dikkate alan bazı müfessirler, Ehl-i kitabın ve özellikle yahudilerin tarihte çektikleri büyük mahrumiyet ve sıkıntıların bu şartın icaplarını yerine getirmemelerinden kaynaklandığı yorumunu yapmışlardır. Aynı anlayıştan hareketle, günümüzde dünyanın en müreffeh toplumları arasında Ehl-i kitap mensuplarının bulunduğu göz önüne getirilirse, bu durumu, söz konusu toplumların bir mensubiyet açıklamasında bulunmasalar bile, fiilen, dünya hayatında ve refah toplumuna ulaşma amacında başarılı olabilmek için gerekli bulunan ilâhî-tabii kural ve yasalara uygun bir hayat düzeni geliştirme çabası içinde olmalarına bağlamak mümkündür. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus şudur: Dinin icaplarına uymuş olmanın göstergesi, bazı dinî ayrıntıları ön plana çıkarmak değil her şeyden önce dinin insan hayatındaki yerini ve önemini idrak etmektir. Batı dünyasının din olgusu karşısında başarılı bir tavır sergileme yolunda ciddi mesafeler almış olmasının temelinde bu anlayışın bulunduğu gözlenmektedir. Gerçekten, bu tavır bazı seremonilere ve sembolik düzenlemelere özgüymüş gibi görünse de, bu tezahürler dine bakışla ilgili ilkeyi yansıtması açısından çok önemlidir. Zira bunun vazgeçilmez sonucu, dinin yükselen değerler arasındaki yerini alması, dine saygı sınırının ihlâline sıcak bakılmaması, dinî araştırmalara önem verilmesi, dinlerin ortak ilkelerinden yararlanılması ve vahyin yol göstericiliğine her zaman ihtiyaç bulunduğunun kabullenilmesi olmaktadır.
Esasen bağışlanma ve ödüllendirilme için iman, yeterli ve başlı başına bir sebeptir. Fakat Allah katında değer taşıyan iman sadece inanma sözcüklerini söylemekten ibaret olmayıp asıl önemli olan gönülden teslimiyettir. Bunun da olabildiğince davranışlarla pekiştirilmesi gerekir. Bundan ötürü imanın hemen ardından “Günahtan sakınma çabası göstermiş olsalardı” buyurulmuştur (Râzî, XII, 46). Buna göre, tek başına imandan söz eden âyet ve hadislerde, kuru kuruya iman sözcüklerini söylemenin değil, burada belirtildiği tarzda bir inancın yani sahibini üzerine titrercesine koruma çabasına iten, gerektiğinde uğrunda mahrumiyetlere ve yorgunluklara katlanmaktan haz duyulan bir teslimiyetin kastedilmiş olduğuna dikkat edilmelidir.
66. âyetin “ve rableri tarafından onlara indirileni” diye tercüme edilen kısmını, Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ dışındaki peygamberlere verilen ilâhî kitaplar ve sahîfeler şeklinde yorumlayanlar vardır. Bazı müfessirler ise bununla özel olarak Kur’an’ın kastedildiği kanaatindedirler. Âyetteki sıralama ve sahîfelerin elde bulunmadığı dikkate alındığında bu son görüşün daha isabetli olduğu düşünülebilir. Yine bu âyetin, “Doğru dürüst uygulamış olsalardı” şeklinde çevrilen kısmı için yapılan yorumları “İlâhî kitabı hiçbir değişikliğe uğratmadan hep göz önünde tutsalar ve onun içeriğine gerektiği gibi uysalardı” şeklinde özetlemek mümkündür.
Taberî “Ehl-i kitap, farklılıklar taşıyan ve aralarında nesih (yürürlükten kaldırma) ilişkisi bulunan Tevrat, İncil ve Hz. Muhammed’e indirileni bir arada nasıl uygulayabilirler?” şeklinde hatıra gelebilecek soruyu şöyle cevaplar: Bunlar arasında bazı hüküm farklılıkları bulunsa bile, hepsi Allah’ın elçilerine iman etmeyi ve onların Allah katından getirdiğini yürekten onaylamayı emretme noktasında birleşmektedirler. Tevrat, İncil ve Hz. Muhammed’e indirileni birlikte uygulamalarından maksat ise, bunların içeriklerini (Allah katından olduğunu) yürekten kabul etmek, hepsinin birleştiği hükümleri uygulamak, farklı hükümler bakımından da kendisine uymanın farz kılındığı dönemle sınırlı olarak her birine göre amel etmektir (Câmiu’l-beyân [Şâkir], X, 462-463).
Âyette Ehl-i kitap’tan bir grubun sıfatı olarak kullanılan muktesıde kelimesinin masdarı iktisâddır. Sözlükte iktisat “mutedil davranma, orta yolu tutma” gibi anlamlara gelir. Gerek tarihte gerekse günümüzde başta inanç konusunda olmak üzere Ehl-i kitap içinde farklı anlayış ve tutuma sahip kişilerin ve fırkaların yer aldığı, bunlar arasında meselâ Hz. Îsâ’nın rab değil sadece Allah’ın elçisi olduğuna inananların, hatta Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu kabul edenlerin bulunduğu bir gerçektir. Kanaatimizce âyette bu gerçeğe değinilmekte ve bütün Ehl-i kitap mensuplarının aynı kefeye konamayacağına dikkat çekilmektedir. Ehl-i kitap’tan davranışlarında itidalden ayrılmayan ve bir düşünceyi yargılarken insafı elden bırakmayanların Kur’an-ı Kerîm’de böyle olumlu bir biçimde anılmaları, müslümanları başka inanç çevreleriyle diyalog imkânlarını araştırmaya yöneltmekte ve kendilerinin de davranışlarında itidali esas almaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Gerçekten, önüne konan delilleri bağnazlık göstermeden değerlendirmeye alabilen kişinin doğruyu yakalayabilme ihtimali oldukça yüksektir. Fakat ne yazık ki âyetin sonunda belirtildiği üzere Ehl-i kitap mensuplarının bir çoğu bu şekilde davranmamaktadır. Bunun sonucunda da tarih sayfaları arasında Haçlı seferleri gibi insanlık için yüz kızartıcı tablolar oluşabilmiştir. Çağımızda ise Batı dünyası, evrensel değerler denen ve çoğu ilâhî dinlerin ortak ilkeleri olup İslâm tebliği ile kemal noktasına ulaşmış ve müslümanlarca asırlar boyu hayata geçirilmiş olan değerlere yönelmiştir. Bu düşünceyi hayata geçirmeye çalışan insaf sahibi bir kesimin bu tablolardan mahcubiyet duyduklarını ifade etme ihtiyacını bile hissettiği görülmektedir. Bununla birlikte bazı kritik durumlarda, yahudi ve hıristiyanlardan birçoğunun bağnazlıklarından sıyrılamadıkları ortaya çıkmaktadır.




Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 307-310
 
Mâide Suresi - 67 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَؕ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُؕ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرٖينَ
    ﴿٦٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾67﴿
Ey peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan O’nun mesajını iletmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphe yok ki Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yüce Allah, Ehl-i kitap içinde dinî bildirimler karşısında aklıselime göre hareket edenler bulunmakla beraber bir çoğunun tutumunun kötü olduğunu belirttikten sonra, ilâhî mesajı iletme görevinin muhatapların tutum ve davranışlarına göre sınırlandırılamayacağını bildirmekte ve Hz. Peygamber’den elçilik vazifesini tam olarak yerine getirmesini istemektedir.
“Eğer bunu (tebliğ işini) yapmazsan O’nun mesajını iletmemiş olursun” şeklinde tercüme edilen cümlede yer alan olumsuz şartla, bunun sonucunun aynı içerikte olduğunu dikkate alan müfessirler, bununla ne anlatılmak istendiği üzerinde durmuşlardır. Çoğunluğa göre burada anlatılmak istenen şudur: “Eğer ilâhî mesajın bir kısmını dahi tebliğ etmezsen onu hiç tebliğ etmemiş sayılırsın.” Bu yorumu zayıf bulan Râzî’ye göre, burada maksat, bu görevi yerine getirmemenin ne kadar ağır bir sonucu olduğunu vurgulamaktır; bu sebeple, bizâtihî onu ifa etmemiş olmak tebliğ görevini terketmenin en büyük müeyyidesi olarak gösterilmiştir (XII, 48-49). Önceki cümlenin ve 64. âyetin ışığında değerlendirerek bu cümleyi şöyle anlamak mümkündür: İlâhî mesajı tebliğ ettiğin insanlardan, özellikle Ehl-i kitap’tan çok olumsuz ve şiddetli tepkiler alacak olsan bile tebliğ görevini yerine getirmede asla çekingenlik ve tereddüt gösterme, onların oyunlarına ve tuzaklarına aldırış etme. Allah seni kötülerden koruyacak ve asıl hüsrana uğrayanlar inkârda direnenler olacaktır (İbn Âşûr, VI, 257-258).
Hz. Peygamber’in hayatı incelendiğinde, tebliğ konusunda çok titiz davrandığı, kendisine gelen vahyi hiç geciktirmeksizin sahâbeye bildirdiği görülür. Sahâbe de bu konuda üstlendikleri önemli görevin bilincinde olmuşlar ve Kur’an’ı kendilerine bildirildiği şekilde, hiçbir değişiklik, eksiltme ve ilâve yapmaksızın sonraki nesillere ulaştırabilmek için büyük bir çaba harcamışlardır. Bu samimi ve ciddi çaba sayesinde, işin başında belirlenen ilke ve yöntemlere bağlı kalınarak yazılı belgelerdeki bilgilerle hâfızalara nakşedilmiş olanların karşılaştırılması yoluyla tarihte o güne kadar emsali görülmemiş bir tesbit çalışması gerçekleştirilmiş, Resûlullah’ın emaneti aslına uygun biçimde ümmete ulaştırılmıştır (ayrıntılı bilgi için bk. “Tefsire Giriş” bölümünün “I. Kur’an-ı Kerîm, A) Tanımı ve özellikleri, 4. Kur’an’ın korunması” başlığı).
Esasen bu âyet, insanlara tebliğ edilmek üzere kendisine vahyedilen bazı bilgileri saklamasının Hz. Peygamber’den asla beklenemeyeceğini ifade etmiş olmaktadır. Dolayısıyla bazı Şiîler’in, Kur’an’ın Hz. Ebû Bekir’in emriyle toplanıp Hz. Osman’ın girişimiyle çoğaltılan mushaftakilerden ibaret olmayıp önemli bir kısmının Resûlullah tarafından Hz. Ali’ye özel olarak bildirildiği, sonra onun evlâtlarına intikal ettiği ve halen –bazılarınca Mehdî el-Muntazar ve Vasî lakabıyla anılan– Ma‘sûm İmam nezdinde mahfuz bulunduğu yönündeki iddialarını açıkça çürütmektedir. Hz. Peygamber’in, bazı kimselere, yaptıkları görev gereği, halin icabı olarak veya kendilerine duyduğu özel sevgi sebebiyle Kur’an dışında bazı özel bilgiler vermiş olması ise bu konunun çerçevesi dışındadır (İbn Âşûr, VI, 260-261). M. Reşîd Rızâ özellikle Bâtınîler’in ve Kur’an’a tasavvuf perdesi altında kişisel arzularına göre mâna vermeye çalışanların bu âyeti kendilerine dayanak yapmalarını geniş bir biçimde eleştirir (bk. VI, 464-473).
Tebliğ buyruğunun vurgulanması, ilâhî mesajın ilgili olan herkese ve sürekli biçimde duyurulması gerektiğini de ifade eder. Hz. Muhammed’in bu konuda da canlı bir örnek ortaya koymuş olduğunu dikkatten kaçırmayan müslümanlar, İslâm’ın öğretilerini ulaşabildikleri her yere kesintisiz biçimde iletebilme çabası içinde olmuşlardır (bk. Mustafa Çağrıcı, “Da‘vet”, DİA, IX, 16-19). Bir süreden beri meselâ Hıristiyanlığın tanıtılması gayretlerine oranla müslümanların bu alandaki çalışmalarının cılız kaldığı ise acı bir gerçektir (Kur’an’ın çağrı yöntemi konusundaki buyruğu için bk. Nahl 16/125).
“Allah seni insanlardan koruyacaktır” meâlindeki cümle açıklanırken tefsirlerde birçok olay anlatılır. Ne var ki bunların gerçekliği konusunda eleştiriye açık noktalar bulunmaktadır. Bunlara değinen Derveze’nin belirttiği gibi önemli olan âyetteki asıl amaçtır, bu da Hz. Peygamber’in kalbine güven aşılayıp mâneviyatını yükseltmek ve zorluklara karşı direnme gücünü pekiştirmektir (XI, 148-151).





Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 311-313
 
Mâide Suresi - 68 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَسْتُمْ عَلٰى شَيْءٍ حَتّٰى تُقٖيمُوا التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْجٖيلَ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْؕ وَلَيَزٖيدَنَّ كَثٖيراً مِنْهُمْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ
    ﴿٦٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾68﴿
De ki: “Ey Ehl-i kitap! Siz Tevrat’ı, İncil’i ve rabbinizden size indirileni (Kur’an’ı) doğru dürüst uygulamadıkça tuttuğunuz yol yol değildir.” Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkârcılığını kuşkusuz arttıracaktır. Kâfirler topluluğu yüzünden üzülme.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Ehl-i kitaba, aynı kaynaktan gelmeleri itibariyle bütün ilâhî bildirimlere aynı saygıyı göstermedikleri sürece tutarlı bir yol izlememiş olacakları ve sağlam bir temele sahip olamayacakları hatırlatılmaktadır. Tevrat ve İncil’in asıllarının korunamadığı, dolayısıyla Ehl-i kitabın bu hitap esnasında onları tam olarak uygulamalarının mümkün olmadığı dikkate alınırsa, burada muhatapların son peygamber Hz. Muhammed’in bildirdiklerine ihtiyaçlarının bulunmadığı iddiaları çürütülmüş ve Kur’an’a başvurma dışında alternatiflerinin bulunmadığına dikkat çekilmiş olmaktadır. Zira Allah katından geldiği hususunda hiçbir kuşkuya mahal bırakmayan Kur’an, bir taraftan Tevrat ve İncil’i (orijinal halindeki içeriğini) onayladığını, diğer taraftan da Ehl-i kitabın bu kutsal kitapları tahrif ettiğini haber vererek, kendilerinin de çok iyi bildiği bir olgudan hareketle kendi hakemliğine başvurmanın kaçınılmazlığını ortaya koymaktadır (âyetin “Siz Tevrat’ı, İncil’i ve rabbinizden size indirileni doğru dürüst uygulamadıkça” şeklinde mâna verilen kısmının açıklaması için 66., “Rabbinden sana indirilen, onlardan birçoğunun azgınlığını ve inkârcılığını kuşkusuz arttıracaktır” diye çevrilen kısmının açıklaması için 64. âyetin tefsirine bk.).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 314-315
 
Mâide Suresi - 69 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّ الَّذٖينَ اٰمَنُوا وَالَّذٖينَ هَادُوا وَالصَّابِـؤُ۫نَ وَالنَّصَارٰى مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
    ﴿٦٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾69﴿
İman edenler, yahudiler, Sâbiîler ve hıristiyanlar, (bunlardan) Allah’a ve âhiret gününe inanıp dünyaya ve âhirete yararlı işler yapanlara korku yoktur ve onlar üzülecek de değillerdir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Burada anılan yahudi, Sâbiî ve hıristiyanlardan maksadın kimler olduğu ve verilen müjdenin kapsamı Bakara sûresinde açıklanmıştır (bk. 2/62).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 315
 
Mâide Suresi - 70 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • لَقَدْ اَخَذْنَا مٖيثَاقَ بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ وَاَرْسَلْـنَٓا اِلَيْهِمْ رُسُلاًؕ كُلَّمَا جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ بِمَا لَا تَهْوٰٓى اَنْفُسُهُمْۙ فَرٖيقاً كَذَّبُوا وَفَرٖيقاً يَقْتُلُونَ
    ﴿٧٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾70﴿
Andolsun biz İsrâiloğulları’ndan kesin söz almış ve onlara peygamberler göndermiştik. Ne zaman bir peygamber onlara nefislerinin hoşlanmadığı bir şey getirdiyse, bir kısmına yalancı dediler, bir kısmını da öldürdüler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İsrâiloğulları’ndan, Allah’tan başka tanrı edinmeme, ana-babaya hürmet etme, cana kıymama ve hırsızlık yapmama gibi konularda “mîsak” (kesin söz) alınmıştı (bk. Bakara 2/40, 83-84).
İsrâiloğulları’nın, işlerine gelmeyen ve çıkarlarıyla çelişen hükümler getiren peygamberlerin pek çoğunu ya yalancılıkla itham ettiklerine veya onları öldürdüklerine Kur’an-ı Kerîm’in birçok âyetinde değinilmiştir (meselâ bk. Bakara 2/87; Âl-i İmrân 3/21).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 315
 
Mâide Suresi - 71 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَحَسِبُٓوا اَلَّا تَكُونَ فِتْنَةٌ فَعَمُوا وَصَمُّوا ثُمَّ تَابَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ ثُمَّ عَمُوا وَصَمُّوا كَثٖيرٌ مِنْهُمْؕ وَاللّٰهُ بَصٖيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
    ﴿٧١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾71﴿
Başlarına bir felâketin gelmeyeceğini sanıp kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tövbelerini kabul buyurdu. Sonra içlerinden birçoğu yine görmezden ve duymazdan geldiler. Allah onların yaptıklarını görmektedir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Açık hakikatler gözlerinin önüne serilmişken bunları görmezden ve duymazdan gelen İsrâiloğulları hiçbir sınava tâbi tutulmayacaklarını ve başlarına hiçbir felâketin gelmeyeceğini sanmışlardı. Âyette onların bu tutumunun tövbelerinin kabulünden sonra da birçoklarınca tekrar edildiği belirtilmiş, fakat bunların zamanı hakkında bilgi verilmemiştir. Bir yoruma göre birincisiyle yahudilerin Hz. Zekeriyyâ, Yahyâ ve Îsâ zamanındaki tutumları, ikincisiyle Hz. Muhammed’in tebliğine karşı sergiledikleri tavır kastedilmiştir. Başka bir yoruma göre her ikisi Hz. Mûsâ zamanında olmuştur: Birinci kör ve sağır kesilmelerinden maksat buzağıyı tanrı edinmeleri, ikincisinden maksat ise Allah’ı açıkça görme talebinde bulunmalarıdır. Bazı müfessirler ise burada İsrâ sûresinin 4-7. âyetlerinde sözü edilen kötülüklerine ve bu yüzden başlarına gelen iki büyük felâkete işaret edildiği kanaatindedirler (Râzî, XII, 57-58).
Âyetin son cümlesindeki “yapmakta olduklarını” şeklinde çevrilen kısmına müfessirlerin çoğunluğunca “yapmış olduklarını” şeklinde geçmiş zaman anlamı verilmesini isabetli bulmayan Reşîd Rızâ buradaki inceliği şöyle açıklar: Burada kastedilen, yahudilerin son peygambere kurdukları tuzaklar ve nefislerinin buyruğuna uymalarının onları bir defa daha kör ve sağır hale getirmiş olduğu, böylece önceki peygamberlerin Hz. Muhammed hakkında belirttikleri üstün nitelikleri, onun getirdiği hidayet ışığını görmez ve onun anlattığı açık kanıtları duymaz hale geldikleridir. Yüce Allah önce onların geçmişteki fiillerine dair somut bir anlatımda bulunarak hâlihazırda onlar ve onlar gibi davrananların eylemleri için bir örnekleme yapmıştır (VI, 481-482).



Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 315-316
 
Mâide Suresi - 72-73 - 74 - 75- - 76 - 77 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • لَقَدْ كَفَرَ الَّذٖينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَسٖيحُ ابْنُ مَرْيَمَؕ وَقَالَ الْمَسٖيحُ يَا بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ اعْبُدُوا اللّٰهَ رَبّٖي وَرَبَّكُمْؕ اِنَّهُ مَنْ يُشْرِكْ بِاللّٰهِ فَقَدْ حَرَّمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ الْجَنَّةَ وَمَأْوٰيهُ النَّارُؕ وَمَا لِلظَّالِمٖينَ مِنْ اَنْصَارٍ
    ﴿٧٢﴾
  • لَقَدْ كَفَرَ الَّذٖينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ ثَالِثُ ثَلٰثَةٍۘ وَمَا مِنْ اِلٰهٍ اِلَّٓا اِلٰهٌ وَاحِدٌؕ وَاِنْ لَمْ يَنْتَهُوا عَمَّا يَقُولُونَ لَيَمَسَّنَّ الَّذٖينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابٌ اَلٖيمٌ
    ﴿٧٣﴾
  • اَفَلَا يَتُوبُونَ اِلَى اللّٰهِ وَيَسْتَغْفِرُونَهُؕ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَحٖيمٌ
    ﴿٧٤﴾
  • مَا الْمَسٖيحُ ابْنُ مَرْيَمَ اِلَّا رَسُولٌۚ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِ الرُّسُلُؕ وَاُمُّهُ صِدّٖيقَةٌؕ كَانَا يَأْكُلَانِ الطَّعَامَؕ اُنْظُرْ كَيْفَ نُبَيِّنُ لَهُمُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ انْظُرْ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ
    ﴿٧٥﴾
  • قُلْ اَتَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَمْلِكُ لَكُمْ ضَراًّ وَلَا نَفْعاًؕ وَاللّٰهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ
    ﴿٧٦﴾
  • قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا فٖي دٖينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَثٖيراً وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّبٖيلِࣖ
    ﴿٧٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾72﴿
“Allah, Meryem oğlu Mesîh’in kendisidir” diyenler, hiç şüphesiz hakikati inkâr etmişlerdir. Oysa Mesîh, “Ey İsrâiloğulları! Benim de rabbim sizin de rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” demişti. Bilinmeli ki her kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cennet yüzü göstermeyecek ve onun varacağı yer cehennem olacaktır. Zâlimlerin yardımcıları da olmayacaktır.

﴾73﴿
Andolsun ki “Allah üç unsurdan biridir” diyenler de kâfir olmuşlardır. Hâlbuki bir tek Tanrı’nın dışında hiçbir ilâh yoktur. Şayet bu dediklerinden vazgeçmezlerse, böylece kâfir olanları elem verici bir azaba çarptırılacaklardır.

﴾74﴿
Hâlâ Allah’a tövbe edip O’nun bağışlamasını dilemeyecekler mi? Allah çok bağışlamakta, çok esirgemektedir.

﴾75﴿
Meryem oğlu Mesîh sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Onun annesi dürüst ve inançlı bir kadındır. İkisi de yiyip içen birer insandı. Bak, âyetleri onlara nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl saptırılıyorlar!

﴾76﴿
De ki: “Allah’ı bırakıp da size zarar da veremeyen yarar da sağlayamayan varlıklara mı kulluk ediyorsunuz! Allah her şeyi işitmekte ve bilmektedir.”

﴾77﴿
De ki: “Ey Ehl-i kitap! Hakkın sınırlarını aşarak dininizde aşırılığa gitmeyin. Daha önce kendileri saptığı gibi birçoklarını da saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluluğun keyfî istek ve arzularına uymayın.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Asırlar boyunca Hıristiyanlık âlemini meşgul etmiş ve kilise tarafından olabildiğince karmaşık hale getirilmiş olan Hz. Meryem’in ve Hz. Îsâ’nın mahiyeti meselesine Kur’an herkesin anlayabileceği bir üslûpla açık ve kesin bir cevap getirmektedir: Meryem oğlu Îsâ Mesîh sadece bir peygamberdir; annesi de dürüst, inançlı ve namuslu bir insandır; her ikisi yiyip içerlerdi, yani beşer dışında düşünülmemesi gereken varlıklardı. Oysa hıristiyan din adamlarınca günümüzde de canlı tutulmaya çalışılan anlayış, –aşağıda açıklanacağı üzere– Hz. Îsâ’nın bilinegelen anlamda bir peygamber olmadığı, Tanrı inancının bir ögesini oluşturacak ölçüde insan üstü bir varlık (rab) olduğu yönündedir.
Hz. Îsâ’nın erken dönemlerden itibaren Tanrı’nın enkarnasyonu olarak kabul edilmesi, onun insanî özelliğinin mi yoksa ilâhî özelliğinin mi ağır bastığı tartışmasını gündeme getirmiş, bu tartışmalar sonucunda başlıca üç eğilim belirginleşmiştir: a) Günümüz hıristiyan dünyasında büyük çoğunluğun savunduğu Îsâ’da hem insanlık hem de ilâhlık unsurlarının eşit oranda bulunduğu fikri (dyotheletism), b) Îsâ’da bulunan insanlık unsurunun ilâhlık unsurunun içinde erimiş olduğu ve bundan dolayı Îsâ’daki tek unsurun ilâhlık olduğu yönündeki monofizit görüş (monothelitism), c) “Subordionistler” diye adlandırılabilecek grupların kabul ettiği Îsâ’da ilâhlık unsurunun bulunmadığı ve yalnızca insanlık unsurunun bulunduğu fikri (bk. Mehmet Aydın, “Hıristiyanlık [Hıristiyan İnançları]”, DİA, XVII, 347; Hıristiyanlık’ta teslîs inancının ortaya çıkışı ve mahiyeti hakkında bilgi için ayrıca bk. Nisâ 4/171 ve Mâide 5/17).
“Üç unsurdan biridir” ifadesindeki “üç”ten maksadın ne olduğu hususunda iki farklı görüş ortaya konmuştur. Bunlardan birincisine göre “üç”ten maksat Allah Teâlâ, Hz. Meryem ve Hz. Îsâ’dır. Bu yorumu yapanlar yine bu sûrenin “Ey Meryem oğlu Îsâ! İnsanlara, sen mi ‘Allah’ın dışında beni ve annemi birer tanrı kabul edin’ dedin?” meâlindeki 116. âyetine dayanırlar. Diğer yoruma göre ise burada “üç”ten maksat, “ekanîm-i selâse” yani baba, oğul ve Rûhulkudüs’tür (Râzî, XII, 59).
Burada Hz. Meryem’in de bir insan olduğuna vurgu yapılması, Hıristiyanlık’ta insan üstü varlık anlayışının Hz. Îsâ ile sınırlı tutulmadığını gösterdiği gibi, yukarıda meâli verilen 116. âyet ona tanrıça muamelesi yapanların bulunduğuna işaret etmektedir. Tarihî bilgiler de, Arabistan’da Collyridienler diye anılan ve Hz. Meryem’e tanrıça gibi tâzimde bulunup tatlı yiyecekler sunan kadınlardan müteşekkil sapkın bir hıristiyan grubun yaşamış olduğu yönündedir (bk. A. J. Wensinck-P. Johnstone, “Maryam”, EI2 [Fr.], VI, 614; John Reumann, “Mary”, The Encyclopedia of Religion, IX, 251). Ancak Kur’an’ın çok mevziî kalmış bu tür bir sapkın eğilime işaret etmekteki asıl amacı, Hıristiyanlık’ta genel kabul gören Hz. Meryem anlayışını mahkûm etmek ve son tahlilde bu anlayışın da onu tanrılaştırmaktan pek farklı olmadığını belirtmek olabilir. Gerçekten Hz. Meryem’i “theotokos” (tanrı taşıyan) değil, anthropotokos (insan taşıyan) olarak nitelendiren İstanbul Patriği Nestorius’un bu tezi 431 tarihli Efes Konsili’nde reddedilip ona “tanrının anası” (theotokos, mater dei) lakabının verilmesi, putperest dinlerdeki büyük tanrıça-ana tanrıça (Magna Mater), müennes (dişi) elemana ihtiram âdetlerinin yeniden gelişmesine zemin hazırlamıştır. Bu karardan sonra yapılan resim ve heykellerde bile bu bellidir. Öte yandan, Protestanlar’ın Katolik kilisesine yönelttikleri ithamlardan biri de kilisenin Meryem’i tanrılığa (bazılarınca, üçleme içine) yükselttiği şeklindeki suçlamadır (bk. Günay Tümer, Hıristiyanlık’ta ve İslâm’da Hz. Meryem, s. 128, 136; Mehmet Aydın, “Hıristiyanlık [Mezhepler ve Tarikatlar]”, DİA, XVII, 355).
72. âyetin “Bilinmeli ki her kim Allah’a ortak koşarsa Allah ona cennet yüzü göstermeyecek ve onun varacağı yer cehennem olacaktır. Zalimlerin yardımcıları da olmayacaktır” şeklinde çevrilen kısmını ve başka delilleri dikkate alan Ehl-i sünnet âlimleri, mümin olup da günah işleyen kişinin (fâsık) çekeceği azabın ebedî olmayacağı sonucuna ulaşmışlardır. Âyetin belirtilen kısmından bu sonucun çıkarılışı şöyle bir anlayışa dayanmaktadır: Müşrikler için öngörülen bu ağır âkıbetin, yani cennet yüzü görememenin günahkâr müminler için de söz konusu olduğu düşünülecek olursa, Allah’a ortak koşma (şirk) için bu denli tehditte bulunulması anlamlı olmaz (Râzî, XII, 59).
Cenâb-ı Allah Ehl-i kitabı bir defa daha bu büyük yanlıştan vazgeçmeye, kendisinin engin af ve mağfiretine sığınmaya davet etmekte, sapkınlıkta ısrar etmelerinin acı âkıbetini haber vermekte, dinde aşırılığa kaçmaktan sakınmaya, sapan ve başkalarının da sapmasına yol açan kişiler tarafından dinin bir sömürü aracı yapılmasına fırsat vermemeye çağırmaktadır. Bazı müfessirler 77. âyetteki “dininizde” diye çevrilen ifadenin “olması gereken anlamıyla dininizde” şeklinde anlaşılması gerektiğine de dikkat çekmişlerdir (İbn Atıyye, II, 223).



Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 318-320
 
Geri
Üst