• Eğitim sadece okula gitmek ve bir derece kazanmakla ilgili değildir. Bilginizi genişletmek ve yaşam hakkındaki gerçeği almakla ilgilidir. – Shakuntala Devi

Yûnus Suresi Ayetleri ve Tefsiri

Kemal Ayhan

Administrator
Yönetici
Yûnus Suresi

Hakkında​

40,94,95 ve 96. âyetler Medine döneminde, diğerleri Mekke döneminde inmiştir.109 âyettir. Sûrede temel konu olarak Allah’ın rahmetinin gazabına üstünolduğu vurgulanmaktadır. Sûrede, Yûnus, Nûh ve Mûsâ peygamberlerile bunların kavimlerinin kıssalarına yer verilmektedir. Sûre, adını içindekiYûnus kıssasından almıştır.

Nuzül​



Mushaftaki sıralamada onuncu, iniş sırasına göre elli birinci sûredir. İsrâ sûresinden sonra, Hûd’dan önce Mekke’de, büyük bir ihtimalle hicretten iki yıl önce nâzil olmuştur. 40. âyetle 94-96. âyetlerin Medine’de nüzûlüne dair rivayetler de vardır.


Konusu​



Yûnus sûresinin temel konuları, İslâmî kaynaklarda tevhid, nübüvvet ve âhiret terimleriyle ifade edilen, “bir Allah’a iman ve kulluk etmek, bilgi kaynağı vahiy, vahyin taşıyıcısı ve açıklayıcısı olarak peygamber ve dünya hayatında peygamberin çağrısına uyanlarla uymayanları ebedî âlemde bekleyen âkıbet”tir. Sûre bütün peygamberlerin görev ve işlevlerine, bu arada son peygamber Muhammed aleyhisselâmın gerçek bir peygamber olduğuna, onun insanları Allah’a iman ve yalnızca O’na kulluk etmeye çağırdığına, içlerinde Yûnus aleyhisselâmın da bulunduğu başka peygamberlerden örnekler vererek tarih boyunca yaşanan şirk-tevhid mücadelesine, hem Hz. Peygamber’in getirdiği kitabın kendisinin uydurduğu bir kitap olmadığı hem de Allah’tan başka bir tanrının bulunmadığı gerçekleriyle ilgili ikna edici delillere Kur’an’ın genel üslûbu ve sistematiği çerçevesinde temas etmektedir.
 
Yûnus Suresi - 61 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَمَا تَكُونُ فٖي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُوا مِنْهُ مِنْ قُرْاٰنٍ وَلَا تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ اِلَّا كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً اِذْ تُفٖيضُونَ فٖيهِؕ وَمَا يَعْزُبُ عَنْ رَبِّكَ مِنْ مِثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِ وَلَٓا اَصْغَرَ مِنْ ذٰلِكَ وَلَٓا اَكْبَرَ اِلَّا فٖي كِتَابٍ مُبٖينٍ
    ﴿٦١﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾61﴿
Ne zaman sen bir faaliyet göstersen, Kur’an’dan bir bölüm okusan ve siz ne zaman bir iş yapsanız, o işe koyulduğunuzda muhakkak ki biz üzerinizde gözetleyici oluruz. Ne yerde ne de gökte, zerre miktarı bir şey bile rabbinin bilgisi dışında kalmaz; bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa istisnasız apaçık bir kitapta yazılıdır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Peygamber’in Kur’an’ı okuyup tebliğ etmesi de onun görevleri içinde yer almakla birlikte öneminden dolayı bu faaliyeti özellikle zikredilmiştir. Allah, yalnız Peygamber’in yaptıklarına değil, insanların bütün faaliyetlerine de şahit ve vâkıftır. Şu halde müminler, gizli açık bütün faaliyetlerini tam bir sorumluluk şuuruyla yerine getirmelidirler. Ayrıca âyet, bir yandan müminlerin yaptıkları güzel işlerin Allah tarafından bilindiğini, dolayısıyla zayi olmayacağını hatırlatarak onlara ümit ve güven aşılarken, diğer yandan, inkâr ve isyanlarını sorumsuzca sürdürenler için de bir uyarı ve tehdit anlamı taşımaktadır. Çünkü hiçbir şey Allah’ın bilgisi dışında cereyan etmez. “Apaçık” diye çevirdiğimiz mübîn kelimesi Allah’ın ilminin kesinliğini, ihtimallerden uzak olduğunu ifade eder (İbn Âşûr, XI, 251).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 116-117
 
Yûnus Suresi - 62-64 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ
    ﴿٦٢﴾
  • اَلَّذٖينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَؕ
    ﴿٦٣﴾
  • لَهُمُ الْبُشْرٰى فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَفِي الْاٰخِرَةِؕ لَا تَبْدٖيلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِؕ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُؕ
    ﴿٦٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾62﴿
Bilesiniz ki Allah dostlarına asla korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.

﴾63-64﴿
Onlar ki, iman etmişler ve takvâya ermişlerdir, işte onlara hem bu dünya hayatında hem de âhirette müjdeler olsun! Allah’ın sözlerinde değişme olmaz; (öyleyse) en büyük kazanç budur.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Dostlar” diye çevirdiğimiz 62. âyetteki evliyâ, “birine yakın olan, birini himayesinde bulunduran, koruyucu, dost, yardımcı” gibi mânalara gelen velî kelimesinin çoğuludur. Kur’an-ı Kerîm’de velî kelimesi, tekil veya çoğul olarak kırk sekiz âyette Allah’ın, kendisine inanıp buyruğunca yaşayan kullarına sevgisini, himaye ve yardımını, bu anlamda Allah ile insan arasındaki sevgi bağını ifade etmek üzere kullanılmıştır. Allah ile kendileri arasında böyle bir sevgi bağı gerçekleşmiş, bu mazhariyete ulaşmış olanlar kültürümüzde “Allah dostları” diye anıldığından 62. âyetteki evliyâullah deyimini bu şekilde çevirdik.

Kur’an-ı Kerîm’de sadece bu âyette geçen evliyâullah kavramının kapsamı her ne kadar zamanla bilhassa tasavvuf geleneğinde oldukça daraltılmış, hatta giderek İslâm toplumlarında bu kavramla keramet arasında bir ilişki dahi kurulmuşsa da 63. âyette Allah dostlarının özelliği kısaca iman ve takvâ kelimeleriyle özetlenmektedir. Şu halde Allah’a iman eden ve takvâ (günah işlemekten sakınma, Allah’a saygı) bilinciyle yaşayan her müslüman Allah dostudur. Müfessirlerin kaydettiği bir hadiste evliyâullah, “görünüşleriyle Allah’ı hatırlatanlar” (tutum ve davranışlarıyla Allah’ın iradesine uygun bir yaşayışı yansıtanlar) şeklinde tanıtılmıştır (Taberî, XI, 131-163). Zemahşerî de, “Evliyâullah, Allah’a yakınlıklarını itaatleriyle gösterir, Allah da onlara yakınlığını lutuflarıyla gösterir” ifadesini kullanır (II, 195). Bu müfessire göre “Onlar ki, iman edip günah işlemekten sakınmışlardır” ifadesi, evliyâullahın Allah’a yaklaşmasını, “Onlara hem bu dünyada hem de âhirette müjdeler vardır” ifadesi de Allah’ın evliyâullaha yaklaşmasını dile getirmektedir. 64. âyetteki “Allah’ın sözlerinde değişme olmaz” ifadesi, bu âyetlerde Allah dostlarına verilen müjdelerle bağlantılı olarak açıklanmıştır. Buna göre Cenâb-ı Hakk’ın, bu kullarına verdiği müjdeler O’nun birer vaadidir ve O mutlaka vaadini yerine getirecektir.

64. âyetteki dünya hayatıyla ilgili müjdeyi “hayırlı (sâlih) rüya”, âhiret hayatıyla ilgili müjdeyi ise “cennet” olarak açıklayanlar olmuştur (Taberî, XI, 133-138). Ancak Râzî’nin de belirttiği gibi (XVII, 128), müjde kelimesi “insanın yüzünü güldürecek şekilde sevindiren haber” anlamına geldiğine göre insanı bu şekilde mutlu edecek olan her şey bu âyetin kapsamına girer. Allah dostlarının gerek dünya hayatında gerekse âhirette kendileri için müjde değeri taşıyan bütün iyi ve güzel şeyleri elde etmesi âyette “en büyük kazanç” şeklinde nitelenmiştir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 117-118
 
Yûnus Suresi - 65 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَا يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْۘ اِنَّ الْعِزَّةَ لِلّٰهِ جَمٖيعاًؕ هُوَ السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ
    ﴿٦٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾65﴿
Onların sözleri seni üzmesin. Kuşkusuz güç tamamıyla Allah’ındır; O her şeyi duymaktadır, bilmektedir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Mekke putperestleri bir yandan Allah’ın birliği ve aşkınlığıyla bağdaşmayan sözler sarfederken bir yandan da Hz. Muhammed’i yalancılıkla suçluyor, Kur’an’ın onun uydurması olduğunu söylüyor, kendilerini çok güçlü görerek ona tehditler savuruyor, buna benzer üzücü sözlerle onu incitiyorlardı. Âyette bu tutumlar karşısında Hz. Peygamber teselli edilmekte, asıl gücün tamamıyla Allah’a ait olduğu hatırlatılarak bir bakıma Hz. Peygamber’e ve onun şahsında müminler arasında inkârcıların haksız saldırılarına uğrayanlara şöyle denilmektedir: “Sen üzülme! Allah onların konuştuklarını duymakta bilmektedir ve ortaksız gücüyle onların hakkından gelecek, sana yardım edecektir. Son tahlilde başarı, Allah’ın yolundan giden, imanda ve güzel işlerde sebat göstererek Allah’ın yardımını hak edenlerindir (benzer açıklamalar için bk. Zemahşerî, II, 196; Râzî, XVII, 129-130).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 120
 
Yûnus Suresi - 66 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اَلَٓا اِنَّ لِلّٰهِ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِؕ وَمَا يَتَّبِعُ الَّذٖينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُرَكَٓاءَؕ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ
    ﴿٦٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾66﴿
Bilesiniz ki göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştukları sözde tanrılara tapanlar neyin peşinden gidiyorlar? Onlar yalnızca kuruntularının peşinden gidiyorlar ve sadece yalan söylüyorlar.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Evrende var olan her şey Allah tarafından yaratıldığına, Allah her şeyin mâliki, sahibi ve hâkimi olduğuna göre, O’ndan başka bir varlığı O’na ortak tanıyıp tanrı olarak nitelemek ve böyle bir iddiayı bir din haline getirip o yolda yürümek, akıl ve ilimden uzaklaşarak bir kuruntunun, yalanın peşinden gitmek demektir.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 120
 
Yûnus Suresi - 67 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • هُوَ الَّذٖي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا فٖيهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
    ﴿٦٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾67﴿
İçinde dinlenesiniz diye geceyi, (işlerinizi) görmenizi sağlasın diye gündüzü size bahşeden O’dur. Kuşkusuz dinlemesini bilen bir topluluk için bunda dersler vardır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hayat gece ile gündüzün içinde geçmekte; insanlar yaşamak için hem dinlenmekte hem de çalışmaktadırlar. Genellikle gecenin karanlığı dinlenmek için, gündüzün aydınlığı da çalışmak için daha elverişlidir. İşte insanların hakiki tanrısı, hayatlarını içinde geçirdikleri bu süreci gerçekleştiren; istirahat vakti olan karanlık geceleriyle, çalışma vakti olan aydınlık gündüzleriyle bütün zamanı yaratan ve yararlı kılan Allah’tır. Allah’ın aydınlatıcı kelâmında ortaya koyduğu delilleri dinleyip üzerinde düşünmesini bilenler bu sistemin anlamını ve onu kuran kudretin eşsiz ve ortaksız olduğunu da anlarlar.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 121
 
Yûnus Suresi - 68-69 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً سُبْحَانَهُؕ هُوَ الْغَنِيُّؕ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِؕ اِنْ عِنْدَكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ بِهٰذَاؕ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
    ﴿٦٨﴾
  • قُلْ اِنَّ الَّذٖينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَ لَا يُفْلِحُونَؕ
    ﴿٦٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾68﴿
Onlar, “Allah çocuk edindi” dediler. Hâşâ!... O hiçbir şeye muhtaç değildir. Göklerde olanlar da yerde olanlar da O’nundur. Yanınızda bu iddianızı kanıtlayacak bir deliliniz asla yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?

﴾69﴿
De ki: “Allah hakkında asılsız şeyler yakıştıranlar kurtuluşa eremezler.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Tanrı’nın oğlu, kızı” gibi sözlerle Allah’a çocuk isnat etmek şirk içeren dinlerde yaygın bir anlayıştır. Putperest Araplar’da da meleklerin Allah’ın kızları olduğu inancı vardı (en-Nahl 16/57). Onların bazıları melekleri, dişi cinlerin seçkinleri olarak kabul eder, bazıları da cinlere taparlardı (İbn Âşûr, XI, 229). Cenâb-ı Hak, “sübhânehû” ifadesiyle zât-ı ulûhiyyetini bu tür isnatlardan tenzih etmekte; kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını, dolayısıyla evlât sahibi olmak gibi bir şeyin de kendisi hakkında söz konusu olamayacağını bildirmektedir. Çünkü çocuk sahibi olma süreci bir dizi beşerî zaaf ve ihtiyaçların sonucu olarak gerçekleşir ve yaratıcının değil, yaratılmışların özelliğidir; oysa evrende bulunan her şey Allah’ındır; dolayısıyla O’nun hakkında ne bir ihtiyaçtan ne de eksiklikten söz edilebilir. Şu halde bütün şirk inançları kanıtsızdır ve Allah hakkında bilgisizce iddialardan ibarettir. Bu sebeple 69. âyette Allah’a çocuk isnat etme yani şirk iddiası, “Allah hakkında asılsız şeyler yakıştırma” anlamında iftira ve kezib kavramlarıyla nitelenmiş, eleştirilmiş, bunu yapanların kurtulamayacakları uyarısında bulunulmuştur.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 121
 
Yûnus Suresi - 70 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • مَتَاعٌ فِي الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُهُمْ ثُمَّ نُذٖيقُهُمُ الْعَذَابَ الشَّدٖيدَ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَࣖ
    ﴿٧٠﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾70﴿
Bu dünyadaki, önemsiz bir menfaattir; sonunda onların dönüşü bizedir ve nihayet inkâr etmiş olmaları sebebiyle onlara şiddetli azabı tattıracağız!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Putperest Araplar, genellikle kendi zenginlik ve soyluluklarını müslümanlara karşı bir meziyet, yollarının doğruluğuna bir kanıt olarak ileri sürerler; şirk anlamına gelen iddialarda bulunarak bâtıl dinlerini korumaya çalışırken dolaylı olarak bu statülerini yaşatmayı da amaçlarlardı. Âyette onların bu dünyada meziyet diye böbürlendikleri zenginlik ve soyluluk gibi imkân ve şartların geçici menfaatlerden ibaret olduğu hatırlatıldıktan sonra, insanların bunlara aldanıp da böyle yalan yanlış inançlara kapılmamaları istenmektedir. Nihayet herkes gibi onlar da sonunda Allah’ın huzuruna dönecek, bu inkârcı ve zalimce tutumları sebebiyle şiddetle cezalandırılacaklardır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 121
 
Yûnus Suresi - 71-74 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ نُوحٍۘ اِذْ قَالَ لِقَوْمِهٖ يَا قَوْمِ اِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامٖي وَتَذْكٖيرٖي بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَعَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْتُ فَاَجْمِعُٓوا اَمْرَكُمْ وَشُرَكَٓاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ اَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً ثُمَّ اقْضُٓوا اِلَيَّ وَلَا تُنْظِرُونِ
    ﴿٧١﴾
  • فَاِنْ تَوَلَّيْتُمْ فَمَا سَاَلْتُكُمْ مِنْ اَجْرٍؕ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى اللّٰهِۙ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِمٖينَ
    ﴿٧٢﴾
  • فَكَذَّبُوهُ فَنَجَّيْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ فِي الْفُلْكِ وَجَعَلْنَاهُمْ خَلَٓائِفَ وَاَغْرَقْنَا الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُنْذَرٖينَ
    ﴿٧٣﴾
  • ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهٖ رُسُلاً اِلٰى قَوْمِهِمْ فَجَٓاؤُ۫هُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُوا لِيُؤْمِنُوا بِمَا كَذَّبُوا بِهٖ مِنْ قَبْلُؕ كَذٰلِكَ نَطْبَعُ عَلٰى قُلُوبِ الْمُعْتَدٖينَ
    ﴿٧٤﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾71﴿
Onlara Nûh’un kıssasını da oku! O, kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Eğer benim aranızda bulunmam ve Allah’ın âyetlerini bildirmem zorunuza gidiyorsa, bilin ki ben yalnız Allah’a dayanıp güveniyorum; siz de ortaklarınızı toplayıp ne yapacağınızı kararlaştırın, yapacağınız iş içinizde niyet olarak kalmasın ve bana mühlet de vermeden yapacağınızı yapın.

﴾72﴿
Şayet yüz çevirirseniz, zaten benim sizden bir karşılık beklediğim yok; benim mükâfatımı ancak Allah verir. Bana (Allah’a) teslimiyet içinde olanlardan biri olmam emredildi.”

﴾73﴿
Yine de onu yalancılıkla itham ettiler. Biz de onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık, âyetlerimizi yalan sayanları ise suda boğduk; yerlerine bunları geçirdik. İşte gör, o uyarılanların sonu nice oldu!

﴾74﴿
Onun ardından da birçok peygamberi kendi topluluklarına gönderdik; onlara açık mucize getirdiler. Fakat onlar daha önce (atalarının da) yalan saydıklarına bir türlü inanmak istemediler. Sınırı aşanların kalplerini işte biz böyle mühürleriz.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Sûrenin ana konuları olan Allah’ın birliği, peygamberlerin O’nun elçileri olduğu ve âhiret hayatında dünyadaki davranışların karşılığının görüleceği inançlarıyla ilgili kanıtlara yer verildikten sonra, bu âyetlerden itibaren bazı peygamberlerin tevhid mücadelelerinden ve buna karşı inatla direnenlerin âkıbetlerinden örnekler getirilmekte, somut olaylardan yola çıkılarak daha önce üzerinde durulan konular hakkında düşünme fırsatı sağlanmaktadır.

Kur’an’ın birçok sûresinde Hz. Nûh’tan söz edildiği gibi, 71. sûresi de onun adını almıştır. Ayrıca Nûh aleyhisselâmın sabırlı ve kararlı çağrıla-rına inatla karşı çıkanların helâk edildiği tufan olayı da onun adıyla anılır.

Hz. Nûh’un çok uzun bir süre devam eden öğüt ve çağrılarına kulak vermemekte direnen toplumuna karşı ortaya koyduğu tavır, kullandığı üslûp ve ifade, her şeyden önce onun Allah’a olan bağlılığını ve güvenini anlatmakta, oldukça yalnız sayılmasına rağmen yılmadan sürdürdüğü bu tevhid mücadelesinde gösterdiği cesareti simgelemektedir.

Hz. Muhammed’in muhatabı olan Mekkeliler, Nûh kavminin başından geçenleri yaygın rivayetlerden biliyorlardı; dolayısıyla bu meydan okuma örneği onları etkilemeliydi. Öte yandan, Hz. Nûh’un kendisine karşı çıkanları toplu bir müzakere sonunda hatta mümkünse ittifakla karar almaya çağırması, artık daha sonra içlerinden kimsenin diğerlerinin üstüne suç atamayacak duruma gelmelerini isteme anlamı taşıyordu. Bu sözleriyle o, âdeta son tercihlerini şirkte ısrar yönünde kullanmaları halinde hiçbirinin kurtulamayacağı çok kapsamlı ilâhî bir cezaya çarptırılacaklarının işaretini veriyordu. Bu ifadede, toplumun varlığını ve geleceğini ilgilendiren konularda görüş ortaya koyabilecek yeterliğe sahip kimselerin âzami katılımını sağlayan müzakere ortamı oluşturmanın önemine dolaylı bir temasın bulunduğu da söylenebilir. Bu arada, Hz. Nûh’un onlardan, hicivli bir üslûpla “ortakları” olarak nitelediği, aslı esası olmayan tanrılarını da bu kararı alırken yanlarında bulundurmalarını istemesi, bir taraftan tapındıkları o varlıkların sorumluluk üstlenip üstlenemediğini ve yardım vaadinde bulunup bulunamadığını test etmeye çağırdığı, diğer taraftan kendisinin onlara da meydan okuduğu şeklinde yorumlanabilir.

Hz. Nûh’un bütün bu uyarılarına ve söylediklerinden emin tavırlarına rağmen, kavmi onu yalancılıkla itham etmeyi sürdürmüş, sonunda büyük bir tûfana yakalanmışlar ve inkârcıların hepsi boğularak tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir (Nûh tûfanı hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-49). Bununla birlikte, daha sonra gelenlerden birçoğu da peygamberlerini yalancı saymaya devam etmiş, ya inatları veya çıkarları uğruna hakikati kabullenmeye bir türlü yanaşmamışlar, bu taşkınlıkları yüzünden kalpleri artık gerçekleri idrak yeteneğini yitirir hale gelmiştir; bu durum Kur’an’ın birçok yerinde –kısmen farklı lafızlarla olmak üzere– “Allah’ın kalplere mühür vurması” şeklinde ifade edilmiştir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/7).

71. âyetteki “benim aranızda bulunmam” diye çevirdiğimiz makamî kelimesine, “benim konumum; aranızda çok uzun bir süre yaşamam; toplandığınız yerlerde kalkıp konuşma yapmam, öğüt vermem” gibi mânalar da verilmiştir (Zemahşerî, II, 197). Muhammed Esed, 73. âyetin “bunları onların yerine geçirdik” şeklinde çevirdiğimiz kısmını Zemahşerî’nin “Onları (diğerlerinden) fazla yaşattık” şeklinde açıkladığını ifade ediyorsa da (I, 410), belirtilen tefsirde sadece “boğularak helâk olanların yerine geçmelerini (sağladık)” açıklaması yer almaktadır (Zemahşerî, II, 198)


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 123-124
 
Yûnus Suresi - 75-82 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • ثُمَّ بَعَثْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ مُوسٰى وَهٰرُونَ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهٖ بِاٰيَاتِنَا فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْماً مُجْرِمٖينَ
    ﴿٧٥﴾
  • فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُبٖينٌ
    ﴿٧٦﴾
  • قَالَ مُوسٰٓى اَتَقُولُونَ لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَكُمْؕ اَسِحْرٌ هٰذَاؕ وَلَا يُفْلِحُ السَّاحِرُونَ
    ﴿٧٧﴾
  • قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَلْفِتَنَا عَمَّا وَجَدْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَا وَتَكُونَ لَكُمَا الْكِبْرِيَٓاءُ فِي الْاَرْضِؕ وَمَا نَحْنُ لَكُمَا بِمُؤْمِنٖينَ
    ﴿٧٨﴾
  • وَقَالَ فِرْعَوْنُ ائْتُونٖي بِكُلِّ سَاحِرٍ عَلٖيمٍ
    ﴿٧٩﴾
  • فَلَمَّا جَٓاءَ السَّحَرَةُ قَالَ لَهُمْ مُوسٰٓى اَلْقُوا مَٓا اَنْتُمْ مُلْقُونَ
    ﴿٨٠﴾
  • فَلَمَّٓا اَلْقَوْا قَالَ مُوسٰى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُؕ اِنَّ اللّٰهَ سَيُبْطِلُهُؕ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدٖينَ
    ﴿٨١﴾
  • وَيُحِقُّ اللّٰهُ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهٖ وَلَوْ كَرِهَ الْمُجْرِمُونَࣖ
    ﴿٨٢﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾75﴿
Onların da ardından Mûsâ ve Hârûn’u açık mucizelerimizle Firavun’a ve çevresindeki ileri gelenlere gönderdik. İman etmeyi kibirlerine yediremediler; onlar günaha gömülmüş kimselerdi.

﴾76﴿
Öyle ki, kendilerine katımızdan hakikat geldiğinde, “Bu apaçık bir büyü!” dediler.

﴾77﴿
Mûsâ şöyle dedi: “Size gerçek ulaştığında böyle mi söylersiniz? Bu sihir mi! Oysa sihirbazlar gerçek bir başarıya ulaşamaz.”

﴾78﴿
“Sen” dediler, “Bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz yoldan çeviresin de bu yerde nüfuz ve egemenlik ikinizin olsun diye mi aramıza geldin? Biz ikinize de inanacak değiliz!”

﴾79﴿
Firavun da, “İşi bilen bütün sihirbazları huzuruma getirin” diye emretti.

﴾80﴿
Sihirbazlar gelince Mûsâ onlara: “Haydi atabileceklerinizi atın” dedi.

﴾81﴿
Onlar hünerlerini ortaya koyunca Mûsâ şöyle dedi: “Asıl bu sizin ortaya koyduğunuz sihirdir. Allah onu mutlaka boşa çıkaracaktır. Kuşkusuz Allah bozgunculuk edenlerin işini düzeltmez.

﴾82﴿
Allah, günaha batmış olanlar hoşlanmasa da, sözleriyle gerçeği ortaya çıkarır.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Mekkeli müşrikler tarafından bilinmekte olan Hz. Mûsâ ile Firavun arasındaki mücadelenin öyküsü Kur’an’ın birçok yerinde değişik yönleriyle ele alınmış, bir yandan bu kıssadan alınacak ibretlere dikkat çekilmiş, diğer yandan da daha çok İsrâiloğulları’nca aktarılagelen yanlış bilgiler düzeltilmiştir.

Burada, Hz. Mûsâ’nın, kardeşi Hz. Hârun’la birlikte Firavun’a ve çevresindeki ileri gelenlere açık kanıtlarla gönderildiği belirtilmekte, halktan söz edilmemektedir. Bunu –tarihî bilgiler ve Kur’an’da yer alan açıklamalar ışığında– o dönemde halkın korkunç bir baskı altında bulunmasıyla izah etmek mümkündür. Firavun’un İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını tek tek katlettirdiği bir dönemde, Hz. Mûsâ’nın bizzat onun sarayında ve himayesinde büyütülmüş olması bile başlı başına bir mûcize ve ilâhî iradenin mutlak gücünün açık bir göstergesi olduğu halde, günaha gömülmüş olmaları bu gerçeği görmelerini önlemiş ve iman çağrısını kabullenmeyi kibirlerine yedirememişlerdi. Hz. Mûsâ’nın getirdiği mûcizeleri “sihir” diye itham etmeleri bile aslında bunlardan büyülenmiş gibi etkilendiklerinin ipuçlarını veriyordu. Fakat asıl engel, ellerinde tuttukları nüfuz ve gücün kendilerinden alınması endişesiydi. Güya atalarından aldıkları emanete sahip çıkarak muhafazakâr bir tavır sergilemeye çalışırken dahi “Bu yerde egemenlik ve nüfuz ikinizin olsun diye mi?” sözleriyle gerçek rahatsızlıklarını açığa vurmuş oluyorlardı. Böyle bir durumda yapılan çağrının gerçekliği üzerinde düşünmek yerine ne kadar ön yargılı olduklarını açıkça muhataba hissettirip mâneviyatını kırmak ve onun bu çabadan vazgeçmesini sağlamak en kestirme yol olabilirdi. Nitekim “Biz ikinize de inanacak değiliz” diyerek bunu denediler. Fakat sihrin çok revaçta olduğu böyle bir ortamda hem Mûsâ’nın getirdiklerini sihir olarak niteleyip hem ondan üstününü ortaya koyamamak Firavun’u kendi kamuoyu önünde küçük düşürecekti. Bu sebeple ülkesindeki en hünerli sihirbazları toplatıp Mûsâ’ya dersini vermelerini istedi. Ne var ki asıl sihir işte o büyücülerin ortaya koyduğuydu ve Allah’ın yardımıyla Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeler karşısında bunların ipliğinin pazara çıkması kaçınılmazdı. Başka sûrelerde açıklandığı üzere, Mûsâ’nın mûcizeleri karşısında ilk etkilenenler de bizzat o ünlü sihirbazlar oldu (sihir hakkında bk. Bakara 2/102; Hz. Mûsâ’nın mûcizeleri ve Firavun tarafından düzenlenen sihir yarışmasının daha geniş anlatımı için bk. A‘râf 7/106-126).


Kaynak :
 
Yûnus Suresi - 83 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَمَٓا اٰمَنَ لِمُوسٰٓى اِلَّا ذُرِّيَّةٌ مِنْ قَوْمِهٖ عَلٰى خَوْفٍ مِنْ فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِهِمْ اَنْ يَفْتِنَهُمْؕ وَاِنَّ فِرْعَوْنَ لَعَالٍ فِي الْاَرْضِۚ وَاِنَّهُ لَمِنَ الْمُسْرِفٖينَ
    ﴿٨٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾83﴿
Hâsılı, kavminden ancak az sayıda insan, Firavun ve adamlarının kendilerine kötülük edeceğinden korka korka Mûsâ’ya iman etti. Çünkü Firavun o topraklarda gerçekten güç ve iktidar sahibiydi, üstelik kötülükte sınır tanımaz biriydi.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


“Kavminden az sayıda insan” diye tercüme ettiğimiz Hz. Mûsâ’ya iman edenler hakkındaki ifade, “zürriyyetün min kavmihî” şeklinde olup bunun etrafında değişik yorumlar yapılmıştır. Bazı müfessirlere göre buradaki “zürriyye” (zürriyet) kelimesi “az” anlamında kullanılmıştır; âyet onun kavminden ancak az sayıda insanın iman ettiğini ifade etmektedir. Bu âyette “Mûsâ’nın kavmi”nden söz edildiği kanaatini taşıyan ve zürriyet kelimesinin “gençler topluluğu” mânasını esas alan müfessirlere göre, burada kastedilen anlam şudur: Peygamberliğinin başlangıcında ona ancak, babaları Firavun ve adamlarının baskısı altında bulunan bir grup genç iman etmişti. Âyette Mûsâ’nın kavminden söz edildiğini kabul etmekle beraber zürriyet kelimesine “soy, nesil” anlamı veren bir kısım müfessirin yorumu şöyledir: Hz. Mûsâ’nın gönderildiği toplum ona iman etmemişti, fakat mücadelesi uzun zamana yayıldığından ilk muhataplarının çoğu ölmüş, onların soyundan olanlar kendisine iman etmişlerdi. Taberî, âyetin söz dizimine ilişkin bir gerekçeyle bu görüşü daha güçlü bulmaktadır (XI, 149-150). Diğer bir grup müfessire göre ise burada “Firavun’un kavmi”nden söz edilmekte, dolayısıyla onun yakın çevresinden az sayıda insanın Hz. Mûsâ’ya iman ettiğine işaret edilmektedir. İbn Atıyye, tarihî bilgilerin Hz. Mûsâ’ya kendi kavminden az kişinin iman etmiş olması ihtimalini desteklemediği gerekçesiyle bu görüşü tercih etmektedir (III, 136-137).

Bir kısım dil bilgininin görüşü de şöyledir: Hz. Mûsâ’ya iman edenlerin babaları kıptî ve anneleri İsrâiloğulları soyundan olduğu için o toplumda böyle kimseler “zürriyet” diye anılıyordu; âyetteki zürriyet kelimesi de bu anlamda kullanılmıştır (Taberî, XI, 150; İbn Atıyye, III, 136-137). Öte yandan Muhammed Esed’in âyetin bu kısmına “ancak birkaç kişi Mûsâ’ya olan inançlarını açıkladılar” şeklinde verdiği mâna kapalı durmaktadır (I, 411).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 129-130
 
Yûnus Suresi - 84-86 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَقَالَ مُوسٰى يَا قَوْمِ اِنْ كُنْتُمْ اٰمَنْتُمْ بِاللّٰهِ فَعَلَيْهِ تَوَكَّلُٓوا اِنْ كُنْتُمْ مُسْلِمٖينَ
    ﴿٨٤﴾
  • فَقَالُوا عَلَى اللّٰهِ تَوَكَّلْنَاۚ رَبَّـنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِلْقَوْمِ الظَّالِمٖينَۙ
    ﴿٨٥﴾
  • وَنَجِّنَا بِرَحْمَتِكَ مِنَ الْقَوْمِ الْكَافِرٖينَ
    ﴿٨٦﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾84﴿
Mûsâ “Ey kavmim!” dedi, “Eğer Allah’a iman ettiyseniz, gerçekten O’na teslim olduysanız, artık yalnız O’na güvenip dayanın.”

﴾85﴿
Onlar da şöyle karşılık verdiler: “Yalnız Allah’a dayanıp güvendik. Rabbimiz! Bizi o zalimler için imtihan aracı kılma!

﴾86﴿
Merhametinle bizi o inkârcılar güruhundan kurtar.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Mûsâ’nın kendilerine hitap ettiği kişilerin iman ettiklerini bildiği halde onlara, “eğer Allah’a iman ettiyseniz” tarzında şart mânası içeren bir söz söylemesi, “mademki inanıyorsunuz” şeklinde açıklanmış, bu ifadenin onları kendi tercihlerine sahip çıkmaya teşvik etme ve mücadele ruhunu motive etme amacı taşıdığı belirtilmiştir. Allah’a teslimiyet içinde olmaktan söz edilmesi de bu mânayı desteklemek içindir (İbn Atıyye, III, 138). Ayrıca âyetten, tevekkül ile teslimiyet arasında sıkı bir bağ bulunduğu da anlaşılmaktadır (Zemahşerî, II, 200).

Hz. Mûsâ’nın muhatapları bu çağrıya yalnız Allah’a güvendiklerini belirterek cevap verdiler; fakat kendi zaaflarını da göz ardı etmediler, tahammül edemeyecekleri ağır imtihanlara mâruz kılınmamaları ve zalimlerin cefası altında bırakılmamaları için yine Allah’a yakardılar, o inkârcılar güruhunun elinden kurtarılmaları için O’ndan niyazda bulundular.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 130-131
 
Yûnus Suresi - 87 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰى مُوسٰى وَاَخٖيهِ اَنْ تَبَوَّاٰ لِقَوْمِكُمَا بِمِصْرَ بُيُوتاً وَاجْعَلُوا بُيُوتَكُمْ قِبْلَةً وَاَقٖيمُوا الصَّلٰوةَؕ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنٖينَ
    ﴿٨٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾87﴿
Mûsâ’ya ve kardeşine şöyle vahyettik: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın, evlerinizi ibadet mahalli yapın ve namazı kılın. (Ey Mûsâ!) İnananları müjdele.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Mûsâ ve kardeşinden Mısır’da kavimleri için evler hazırlamalarının istenmesi değişik şekillerde yorumlanmıştır. Bazı müfessirler daha sonra gelen namaz kılma emriyle de bağ kurarak “kıble” kelimesini “mâbed” anlamıyla açıklamışlar ve bu buyruğu, “Evlerinizi ibadet mahalli yapın” şeklinde yorumlamışlardır. Bazı müfessirler ise “kıble” kelimesinin sözlük anlamından yola çıkarak burada, karşılıklı evler yapıp dayanışma içinde bulunmalarının kastedildiği kanaatini taşımaktadırlar (Taberî, XI, 153-156; İbn Atıyye, III, 138-139). İbn Âşûr bu yorumların tarihî bilgilerle bağdaşmadığını belirtip kendi kanaatini şöyle açıklar: “Burada evler hazırlama” buyruğu anılan iki peygamberin kendi kavminden olanlara bu yönde tâlimat vermelerinin istenmesi anlamındadır. İsrâiloğulları daha önce Mısır’ın güney bölgesinde Menfis şehri yakınlarında oturmakta olduklarına göre, âyette onların yine Mısır’da başka meskenler edinmeleri kastedilmiş olmalıdır. Kısa bir süre sonra İsrâiloğulları’nın –kendi izni ve yardımıyla– Mısır’dan ayrılacağını bilen yüce Allah’ın onlardan mâbedler yapmalarını istemesi anlamlı olmaz; bu emirle onlardan, göçe hazırlık amacıyla, bulundukları yerin dışında bir mahalde muhtemelen çadır veya baraka türü meskenler edinmeleri istenmiş olmalıdır. Tevrat’ta da bu yorumu destekleyen bilgiler vardır. Kıble’den maksat da güney istikametidir. Bu istikametten kıble diye söz edilmesinin sebebi, Hz. Mûsâ’nın o dönemde Hz. İbrâhim’in kıblesine yönelmekte bulunuşu olabilir; fakat Hz. Mûsâ’nın güney anlamını ifade eden bir kelime kullanmış ve Kur’an’ın bunu, Araplar arasında güney kelimesiyle eş anlamlı olarak kullanımı yaygın olan kıble kelimesiyle ifade etmiş olması da muhtemeldir. Evlerin bu yöne dönük yapılmasının istenmesindeki amaç ise, bütün mevsimlerde gündüzün büyük bir kısmında kapılarından güneşin girmesi olmalıdır ki bunun birçok yararları vardır (XI, 265-266).

İbn Âşûr’un işaret ettiği üzere, Hz. Mûsâ’nın –ibadet ederken Kudüs yönüne dönmesi emri gelmeden önce– Hz. İbrâhim’in kıblesi olan Kâbe’ye yönelmekte olduğu ve âyette geçen “kıble” kelimesiyle Kâbe’nin kastedildiği kanaatini taşıyanlar bulunduğu gibi, burada maksadın Beytülmakdis olduğu yorumunu yapan müfessirler de vardır (Zemahşerî, II, 200; Şevkânî, II, 530).

Âyetteki buyrukların önce ikil, sonra çoğul ve sonunda tekil kalıbında olması müfessirlerce şöyle açıklanmıştır: Önce kendi toplumları için evler hazırlamaları hususunda Hz. Mûsâ ve Hz. Hârun’a hitap edilmiştir; çünkü yer seçimi ve toplumların yönlendirilmesi peygamberlerin işidir. Sonra çoğul kalıbı kullanılarak hem onlardan hem de toplumlarındaki bütün yükümlülerden kendi evlerinin, ibadet yerlerinin hazırlanmasına katkı sağlamaları veya kıbleye yönelmeleri ve Allah’a kulluk görevini yerine getirmede ihmal göstermemeleri istenmiştir. Nihayet Hz. Mûsâ’ya hitap edilerek, önceki âyette endişelerini dile getiren müminleri müjdelemesi, sonunda kurtuluşa erişeceklerini bildirmesi emredilmektedir. Peygamberlik görevinde Hz. Hârun tâbi durumda olduğu için hitap Hz. Mûsâ’ya yapılmıştır. Bu hitabın Hz. Muhammed’e yönelik olduğu yorumunu yapanlar olmuşsa da, bu yorum genellikle zayıf bulunmuştur. Âyetteki namaz buyruğunun mahiyeti hakkında kaynaklarda kesin bilgiler bulunmamakla beraber, İsrâiloğulları’nın Hz. Mûsâ’nın gelmesinden önce de Hz. İbrâhim’e ve onu izleyenlere uyarak kılmakta oldukları namazın kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Göç hazırlığının işaretlerini taşıyan ilâhî buyruğun hemen ardından namazı kılmalarının emredilmiş olması, bu dönemde artacak meşguliyet sebebiyle ibadet görevini ihmal etmemeleri için özel bir ikaz anlamını hatıra getirmektedir (Zemahşerî, II, 200; Şevkânî, II, 530; İbn Âşûr, XI, 266-267).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 131-132
 
Yûnus Suresi - 88-89 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَقَالَ مُوسٰى رَبَّـنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ زٖينَةً وَاَمْوَالاً فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّـنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَبٖيلِكَۚ رَبَّـنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَلٖيمَ
    ﴿٨٨﴾
  • قَالَ قَدْ اُجٖيبَتْ دَعْوَتُكُمَا فَاسْتَقٖيمَا وَلَا تَتَّبِعَٓانِّ سَبٖيلَ الَّذٖينَ لَا يَعْلَمُونَ
    ﴿٨٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾88﴿
Mûsâ, “Rabbimiz!” dedi, “Sen Firavun’a ve adamlarına dünya hayatında ihtişam ve servet verdin; insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi yâ rab! Ey rabbimiz! Artık onların servetlerini silip yok et, kalplerine sıkıntı ver; elem veren cezayı görmedikçe iman etmesinler de görsünler!”

﴾89﴿
Allah şöyle buyurdu: “İkinizin de duası kabul edildi; doğruluktan ayrılmayın ve sakın kendini bilmezlerin yoluna uymayın.”

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İlk âyetin “insanları senin yolundan saptırsınlar diye mi?” şeklinde tercüme ettiğimiz kısmına, özellikle bu cümlenin başındaki “lâm” harfinin Arap dilindeki farklı kullanımları dolayısıyla değişik mânalar verilmiştir. Birçok müfessir burada bir soru edatı takdir ederek meâlinde esas aldığımız mânayı benimsemekle beraber bazı müfessirler bu ifadeye, “Sen Firavun ve adamlarına senin yolundan saptırsınlar diye dünya hayatında ihtişam ve servet verdin” şeklinde bir anlam yüklemişler, Cenâb-ı Hakk’ın onları cezalandırmak için ve imtihan vasıtası olmak üzere bu imkânları vermiş olduğunun kastedildiğini belirtmişlerdir. Taberî’nin tercihi bu yöndedir. Bazıları burada bir soru edatı takdir ettikten sonra bu kısımla âyetin sonu arasında bağ kurarak, “Sen Firavun ve adamlarına dünya hayatında ihtişam ve servet verdin; senin yolundan saptırsınlar ve elem veren cezayı görünceye kadar iman etmesinler diye mi yâ rab?” mânasını vermişlerdir. Kur’an’daki bir örnekten de yararlanarak (en-Nisâ 4/176) burada olumsuzluk edatının gizlendiği, dolayısıyla, âyetin belirtilen kısmına “Sen Firavun ve adamlarına senin yolundan saptırmasınlar diye dünya hayatında ihtişam ve servet verdin” şeklinde mâna verilmesi gerektiğini ileri sürenler olmuşsa da, bu âyetteki durumun örnek verilen âyettekine ve Arap dilindeki kullanımlara uygun olmadığı, olumsuzluk edatının ancak “en” edatı kullanılarak gizlendiği gerekçesiyle bu yorum zayıf bulunmuştur. Öte yandan, anılan cümledeki fiilin farklı bir okunuşuna göre buna “...sapar oldular” veya “...sapsınlar diye..” mânası da verilmiştir (Taberî, XI, 156-157; Zemahşerî, II, 200-201; Şevkânî, II, 531-532; İbn Âşûr, XI, 268-269).

88. âyetin “kalplerine sıkıntı ver; elem veren cezayı görmedikçe iman etmesinler de görsünler!” diye çevirdiğimiz kısmına tefsirlerde genellikle, “kalplerini katılaştır ki ... iman etmesinler” veya “kalplerini katılaştır; çünkü ... iman etmeyecekler” şeklinde mâna verilmekle beraber, bu yorumu yapanlar tarafından da peygamberlerin insanların iman etmeleri ve hidayete ermeleri için çaba harcamakla görevli olduklarına, dolayısıyla bu ilke ile âyete verilen anlam arasında bir uyumsuzluğun bulunduğuna dikkat çekilmekte ve ardından şöyle bir izah yapılmaktadır: Bir peygamber Allah’ın izni olmadan kavmine bedduada bulunmaz, Allah da onlar arasında iman edecek hiç kimsenin bulunmadığını bildiği için buna müsaade eder. Nitekim Hz. Nûh’un kavmine bedduada bulunması da böyle olmuştur ( Taberî, XI, 158-160; Şevkânî, II, 532). Kanaatimize göre, Hz. Mûsâ’nın duasında onların servetlerinin ellerinden alınmasına ilişkin bir ifade bulunmakla beraber, ardından gelen ifadeye dil açısından mutlaka beddua anlamı verilmesi gerekmemektedir. Sözün akışı ve bunun peygamber duası olduğu dikkate alındığında, kalplerinin imanı kabul etmez hale getirilmesini isteme mânasını izah da zorlaşır. Bu sebeple, İbn Âşûr’un şu açıklamalarından da yararlanarak meâlinde verdiğimiz anlamı tercih ediyoruz: Âyette kalplerle ilgili olarak kullanılan şedd fiili “sıkıntı verme, baskı yapma” gibi mânalara gelir. Burada kalplerin kapatılması veya mühürlenmesi anlamını taşıyan bir fiil kullanılmamıştır. Hz. Mûsâ hidayetlerine vesile olabilir düşüncesiyle, onları azdıran servetin ellerinden alınmasını, maddî mahrumiyetlerin ardından birtakım mânevî sıkıntıları derinden hissederek nefis muhasebesine imkân verecek bir hâlet-i rûhiye içine girmelerini dilemiştir. Âyetin sonundaki cümleyi öncesine bağlayan “fe” harfini de “yoksa, aksi takdirde” şeklinde anlamlandırmak mümkündür (XI, 270-272). Müteakip âyette duanın kabulü hakkında yapılacak açıklamalar da bu anlayışı destekleyici niteliktedir. Meâlinde bu ihtimali de içeren fakat daha kapsamlı bir mâna tercih edilmiştir. “Elem veren ceza” genellikle suda boğulmaları şeklinde açıklanmıştır (Taberî, XI, 160; İbn Atıyye, III, 139); İbn Âşûr ise bunu fakirlik, açlık ve ruhî sıkıntılar içine düşme şeklinde yorumlar (XI, 272).

1. âyette duayı Hz. Mûsâ’nın yaptığı belirtildiği halde 2. âyette “İkinizin de duası kabul edildi” buyrulması şöyle izah edilmiştir: Hârun Mûsâ’nın duasına aynı inanç içinde katıldığından 2. âyette o da “dua eden” olarak nitelenmiştir. Yahut duayı birlikte yaptıkları halde peygamberlik görevindeki önceliğine binaen ilk âyette yalnız Mûsâ’nın adı zikredilmiştir; nitekim duada “rabbim!” şeklinde değil “rabbimiz!” şeklinde bir hitap yer almıştır (Şevkânî, II, 532).

89. âyet için tefsirlerde genellikle benimsenen yorum şöyledir: Yüce Allah her iki peygamberin dualarının kabul edildiğini bildirmiş; fakat Firavun ve adamlarının suda boğulmaları uzun yıllar sonra olacağından, Allah’ın vaadi gerçekleşinceye kadar bulundukları hakikat yolundan asla ayrılmamaları, görevlerine azimle devam etmeleri ve söz konusu vaadin hemen tahakkuku için aceleci davranıp kendini bilmezlerin yoluna uymamaları istenmiştir (Taberî, XI, 160-162; Şevkânî, II, 532-533). İbn Âşûr’a göre ise duanın kabul edilmesi sonucunda Firavun ve yakın çevresindekiler mahrumiyet ve sıkıntılar içine düşürülmüş ve böylece Mûsâ’nın çağrısına karşı direnmelerinin temel sebebi olan ihtişam ve debdebelerini yitirmişlerdir. Şu meâldeki âyetler de (A‘râf 7/130, 133) buna işaret etmektedir: “Andolsun ki biz de Firavun’a uyanları, ders alsınlar diye kuraklık yılları ve ürün kıtlığı ile cezalandırdık”, “Biz de açık açık mûcizeler olmak üzere onların üzerine tûfan, çekirge, haşerat, kurbağalar ve kan gönderdik. Yine de büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular” (XI, 272-273). Kanaatimizce bu âyetlerdeki “ders almaları için” ve “açık kanıtlar, mûcizeler” gibi ifadeler İbn Âşûr’un gerek duanın içeriği gerekse kabulünden maksadın ne olduğuyla ilgili yorumunu destekleyici niteliktedir.


Kaynak :
 
Yûnus Suresi - 90-93 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَجَاوَزْنَا بِبَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ الْبَحْرَ فَاَتْبَعَهُمْ فِرْعَوْنُ وَجُنُودُهُ بَغْياً وَعَدْواًؕ حَتّٰٓى اِذَٓا اَدْرَكَهُ الْغَرَقُۙ قَالَ اٰمَنْتُ اَنَّهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا الَّـذٖٓي اٰمَنَتْ بِهٖ بَنُٓوا اِسْرَٓائٖلَ وَاَنَا۬ مِنَ الْمُسْلِمٖينَ
    ﴿٩٠﴾
  • آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِدٖينَ
    ﴿٩١﴾
  • فَالْيَوْمَ نُنَجّٖيكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًؕ وَاِنَّ كَثٖيراً مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَࣖ
    ﴿٩٢﴾
  • وَلَقَدْ بَوَّأْنَا بَنٖٓي اِسْرَٓائٖلَ مُبَوَّاَ صِدْقٍ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۚ فَمَا اخْتَلَفُوا حَتّٰى جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُؕ اِنَّ رَبَّكَ يَقْضٖي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ فٖيمَا كَانُوا فٖيهِ يَخْتَلِفُونَ
    ﴿٩٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾90﴿
Derken İsrâiloğulları’nı denizin öteki yakasına geçirdik. Firavun ve ordusu da haksız yere onlara saldırmak üzere peşlerine düşmüştü. Sonunda Firavun boğulmak üzereyken şöyle dedi: “Elhak inandım ki, İsrâiloğulları’nın iman ettiğinden başka tanrı yokmuş! Ben de artık kendini O’na teslim edenlerden biriyim.”

﴾91﴿
Şimdi mi? Halbuki daha önce hep baş kaldırmış ve bozguncular arasında yer almıştın.

﴾92﴿
İşte bugün senin cesedini kurtaracağız ki, senden sonra gelenler için bir ibret olsun! İnsanların pek çoğu gösterdiğimiz delillerin bilincinde değildirler.

﴾93﴿
Andolsun biz İsrâiloğulları’nı seçkin bir yere yerleştirdik ve onları güzel nimetlerle rızıklandırdık. Kendilerine ilim gelinceye kadar da ayrılığa düşmediler. Ayrılığa düştükleri konularda rabbin kıyamet günü aralarında hükmünü elbette verecektir.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


İsrâiloğulları’nın ilâhî bir emir uyarınca Mısır’dan ayrılmaları zamanı gelmiş ve bu amaçla yola çıkmışlardı. Zalimliğinden ve inadından ödün vermek istemeyen Firavun ve adamları da hışımla onların peşine düşmüşlerdi. İşte bu sırada bir mûcize gerçekleşti: Deniz yarıldı, İsrâiloğulları Allah’ın yardımıyla denizin öteki yakasına geçmeyi başardılar, Firavun ve taraftarları ise boğuldular (bk. Bakara 2/50; A‘râf 7/136; Enfâl 8/54).

Boğulacağını anlayan Firavun’un o esnada iman sözcüklerini söylemiş olması, 91. âyetteki ifade ve diğer deliller ışığında geniş biçimde tartışılmış ve farklı kanaatler ileri sürülmüş olmakla birlikte, İslâm âlimlerinin çoğunluğu Firavun’un bu imanının geçerli olmadığı sonucuna ulaşmışlardır.

Mısır’da firavunların cesetleri mumyalanarak koruma altına alınıyordu. 92. âyetten Hz. Mûsâ’ya karşı direnen ve denizde boğulan bu Firavun’un cesedinin mumyalanmadığı halde korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde, mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum’da muhafaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tesbit edilmiştir (Firavun, Firavun’un boğulması, âyetteki “deniz” ile nerenin kastedildiği ve son andaki imanıyla ilgili görüşler hakkında bk. A‘râf 7/135-136; Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 118-121).

93. âyette İsrâiloğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtarıldıktan sonra seçkin, güzel ve emin bir yere yerleştirildikleri, nimetlerle donatıldıkları ve ancak ilim geldikten sonra ayrılığa düştükleri belirtilmektedir (bu yerin neresi olduğu hakkındaki görüşler için bk. A‘râf 7/137; “ilmin gelmesi” ve “ihtilâfa düşmeleri”nin anlamı hakkında bk. Âl-i İmrân 3/19).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 135
 
Yûnus Suresi - 94-95 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَاِنْ كُنْتَ فٖي شَكٍّ مِمَّٓا اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ فَسْـَٔلِ الَّذٖينَ يَقْرَؤُ۫نَ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَقَدْ جَٓاءَكَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرٖينَۙ
    ﴿٩٤﴾
  • وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الَّذٖينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَتَكُونَ مِنَ الْخَاسِرٖينَ
    ﴿٩٥﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾94﴿
Şayet sana indirdiklerimizden şüphen varsa, senden önce kitabı okuyanlara sor. Rabbinden sana gelen, gerçeğin ta kendisidir, sakın şüphelenenlerden olma!

﴾95﴿
Asla Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardan da olma, yoksa hüsrana düşenlerden olursun!

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Burada kime hitap edildiği hususunda birçok yorum yapılmıştır (Râzî, XVII, 160-162). Hz. Peygamber’e hitap edildiğini kabul edenler, âyetin devamındaki ifadelerden onun Allah’ın âyetlerini yalan sayanlardan olabileceği ve bu hususta uyarıldığı gibi sakıncalı bir sonucun çıkacağını dikkate alarak, bunu Türkçe’deki “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!” şeklinde ifade edilen ve Arapça’da “ta‘rîz” adıyla bilinen üslûp çerçevesinde düşünmek gerektiği veya Resûlullah’ın çevresindeki inkârcılara böyle söylemesinin istendiği gibi izahlar yapmışlardır. Ancak Resûlullah’ın beşer olarak şüphelenmesinin mümkün olduğu, fiilen böyle bir durumun olmamasının da Allah’ın takdir ve inâyetinin sonucu olduğu düşünülebilir. Öte yandan, burada “ey insanoğlu!” gibi bir hitabın bulunduğunun ve ilâhî vahye muhatap olan insana seslenilmiş olduğunun kabulü ise, önceki âyetlerde hatırlatılan peygamber kıssalarının hemen ardından yer verilen bu ikazı daha anlamlı kılmakta ve bu kıssadan çıkarılacak derslerin evrenselliğini daha belirgin biçimde ortaya koymaktadır.

94. âyetteki “kitâp”tan maksadın Hz. Muhammed’den önceki peygamberlerin getirdikleri vahiyler ve “daha önce kitabı okuyanlar”dan maksadın da bu peygamberlere mensup kişiler olduğu müfessirler tarafından genellikle kabul edilir. Öte yandan birçok müfessir yahudilerden belirli kişilerin isimlerini zikrederek buradaki buyruğu somut bir anlatıma kavuşturmak istemişler, hatta bazıları –Mekke döneminde bu yahudilerle temasın bulunmadığını göz önüne alarak– bu iki âyetle müteakip âyetin Medine’de indiğini ileri sürmüşlerdir. Fakat burada bir varsayımdan hareketle, bütün zamanları ve şahısları kapsayan genel ve soyut bir buyruğun söz konusu olduğunu kabul etmek sözün önüne ve sonuna daha uygun düşmektedir (Reşîd Rızâ, XI, 480).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 136-137
 
Yûnus Suresi - 96-97 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • اِنَّ الَّذٖينَ حَقَّتْ عَلَيْهِمْ كَلِمَتُ رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَۙ
    ﴿٩٦﴾
  • وَلَوْ جَٓاءَتْهُمْ كُلُّ اٰيَةٍ حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَلٖيمَ
    ﴿٩٧﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾96-97﴿
Şu bir gerçek ki, haklarında rabbinin hükmü kesinleşmiş olanlar kendilerine her türlü kanıt gelse bile, elem veren azabı görmedikçe iman etmezler.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Yüce Allah birçok âyette insanı sınamak için yarattığını ve bu sebeple ona hem iyiyi hem de kötüyü seçme özgürlüğü verdiğini, kendisine tanınan bütün fırsatları ısrarla reddeden ve inkârcılıkta direnenlerin acı bir âkıbete duçar olacaklarını bildirmiştir. İşte burada, bir kısım insanların bu ilâhî kanun gereğince belirtilen kötü sonu hak etmiş olacakları haber verilerek, onların da iman etmesi için olağan üstü çaba gösteren Resûlullah ve müminler teselli edilmekte, bu gibi kimselerin elem veren azabı görmedikçe imana gelmeyecekleri ifade edilmektedir. Başka bazı âyetlerin tefsiri sırasında da belirtildiği üzere, bu ifadenin katı bir kadercilik felsefesine kapı araladığı düşünülmemelidir; zira Allah’ın ezelî ilmiyle bu tür kimseleri bilmesi imtihan düzenini bozan bir husus olmadığı gibi, Allah’ın bilgisi bizim mahiyetini kavrayabileceğimiz bir bilgi de değildir. Aksine buradaki bildirim, ilâhî yasanın işletileceğinden emin olunmasını sağlayan bir vaad anlamı da taşımaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 137
 
Yûnus Suresi - 98 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • فَلَوْلَا كَانَتْ قَرْيَةٌ اٰمَنَتْ فَنَفَعَهَٓا اٖيمَانُهَٓا اِلَّا قَوْمَ يُونُسَؕ لَمَّٓا اٰمَنُوا كَشَفْنَا عَنْهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَمَتَّعْنَاهُمْ اِلٰى حٖينٍ
    ﴿٩٨﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾98﴿
Keşke (o helâk edilen beldelerden) bir belde halkı iman edip de imanı kendisine yarar sağlasaydı! Ama Yûnus’un kavmi hariç. Nitekim onlar iman edince dünya hayatındaki zillet azabını üstlerinden kaldırmış ve kendilerine belirli bir süreye kadar yaşama imkânı vermiştik.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Hz. Nûh, Mûsâ ve Hârun’un mücadelelerine işaret edilip insanlığın genellikle hakikatlere karşı direnen yüzünden bir kesit verilmiş; fakat bunun insanlık için değişmez bir kader olmadığını, iradesini doğru yönde kullananlar için de kurtuluşun mukadder olduğunu göstermek üzere Yûnus kavmi örnek gösterilmiştir. Böylece Hz. Peygamber’e ve onu izleyecek tebliğci ve eğitimcilere her iki yolun yolcuları bulunduğu hatırlatılarak, inkârcılıkta ve kötülükte direnenler karşısında teselli, tevhid mücadelesine devamdan yılmamak gerektiği açısından da moral ve ümit verilmiştir (Hz. Yûnus ve başından geçenler hakkında bk. es-Sâffât 37/139-148).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 138
 
Yûnus Suresi - 99-103 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ لَاٰمَنَ مَنْ فِي الْاَرْضِ كُلُّهُمْ جَمٖيعاًؕ اَفَاَنْتَ تُكْرِهُ النَّاسَ حَتّٰى يَكُونُوا مُؤْمِنٖينَ
    ﴿٩٩﴾
  • وَمَا كَانَ لِنَفْسٍ اَنْ تُؤْمِنَ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِؕ وَيَجْعَلُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذٖينَ لَا يَعْقِلُونَ
    ﴿١٠٠﴾
  • قُلِ انْظُرُوا مَاذَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ وَمَا تُغْنِي الْاٰيَاتُ وَالنُّذُرُ عَنْ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ
    ﴿١٠١﴾
  • فَهَلْ يَنْتَظِرُونَ اِلَّا مِثْلَ اَيَّامِ الَّذٖينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِهِمْؕ قُلْ فَانْتَظِرُٓوا اِنّٖي مَعَكُمْ مِنَ الْمُنْتَظِرٖينَ
    ﴿١٠٢﴾
  • ثُمَّ نُنَجّٖي رُسُلَنَا وَالَّذٖينَ اٰمَنُوا كَذٰلِكَۚ حَقاًّ عَلَيْنَا نُنْجِ الْمُؤْمِنٖينَࣖ
    ﴿١٠٣﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾99﴿
Eğer rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi topluca iman ederdi. Hal böyleyken, mümin olsunlar diye sen tutup insanları zorlayacak mısın!

﴾100﴿
Allah’ın izni olmadıkça hiç kimsenin inanması mümkün değildir. O, akıllarını kullanmayanları inkâr bataklığında bırakır.

﴾101﴿
De ki: “Bir bakın da görün, göklerde ve yerde neler var?” Fakat iman etmeyecek topluma ne o kanıtların ne de uyarıların yararı olabilir.

﴾102﴿
Aslında onlar kendilerinden önce gelip geçenlerin günlerinin benzerini beklemekteler. De ki: “Bekleyin bakalım, ben de sizinle beraber bekliyorum!”

﴾103﴿
Sonra peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. İşte böyle; inananları kurtarmak bize düşer.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Önceki âyetlerde (95-98) belirtilen hususları teyit eden bu âyetlerde, evrendeki düzenin ve en üstün kudretin yüce Allah’a ait olduğu hakikatinin daima göz önünde tutulması gerektiği vurgulanmakta, Hz. Peygamber’den, inkârcılıkta direnenler karşısında mâneviyatını bozmaması istenmektedir. Ayrıca bu âyetler, başkalarını zorla imana getirme çabası içine girenlerin kendi iradelerini Allah Teâlâ’nın iradesi üstüne çıkarmaya çalışmak gibi bir yanlışlığa düşmüş olacakları uyarısında bulunmaktadır.

Allah’ın izni olmadan hiç kimsenin iman etmeyeceği hususunun hemen ardından Allah’ın, akıllarını kullanmayanları iğrenç bir duruma sokacağının, yani kirli halleriyle baş başa bırakacağının bildirilmesi; yaratanın Allah Teâlâ, seçme kararını verecek olanın ise insan olduğunu, bir başka anlatımla, insanın imanla ilgili sorumluluğunun akıl nimetini yerli yerince kullanıp kullanmamasından kaynaklandığını açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim 101. âyette hem yer ve göklerdekilere ibret gözüyle bakılması istenmekte hem de bu tür kanıtların ve peygamberler tarafından yapılan uyarıların, aklını doğru istikamette işletmediği için iman yeteneğini yitirenlere fayda etmeyeceği belirtilmekte, böylece inanmayanı buna zorlamanın faydasız olduğuna dair bir psikolojik tahlil yapılmış olmaktadır.


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 139-140
 
Yûnus Suresi - 104-109 . Ayet Tefsiri

Ayet​


  • قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنْ كُنْتُمْ فٖي شَكٍّ مِنْ دٖينٖي فَلَٓا اَعْبُدُ الَّذٖينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلٰكِنْ اَعْبُدُ اللّٰهَ الَّذٖي يَتَوَفّٰيكُمْۚ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِنٖينَۙ
    ﴿١٠٤﴾
  • وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّٖينِ حَنٖيفاًۚ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكٖينَ
    ﴿١٠٥﴾
  • وَلَا تَدْعُ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُكَ وَلَا يَضُرُّكَۚ فَاِنْ فَعَلْتَ فَاِنَّكَ اِذاً مِنَ الظَّالِمٖينَ
    ﴿١٠٦﴾
  • وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَـهُٓ اِلَّا هُوَۚ وَاِنْ يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلَا رَٓادَّ لِفَضْلِهٖؕ يُصٖيبُ بِهٖ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِهٖؕ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحٖيمُ
    ﴿١٠٧﴾
  • قُلْ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَدٖي لِنَفْسِهٖۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِوَكٖيلٍؕ
    ﴿١٠٨﴾
  • وَاتَّبِـعْ مَا يُوحٰٓى اِلَيْكَ وَاصْبِرْ حَتّٰى يَحْكُمَ اللّٰهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمٖينَ
    ﴿١٠٩﴾

Meal (Kur'an Yolu)​


﴾104﴿
De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinim hakkında şüpheniz varsa bilin ki sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınıza ben tapmam; ben ancak, sizin hayatınızı sona erdirecek olan Allah’a kulluk ederim. Bana müminlerden olmam emredildi.”

﴾105﴿
“Ve yüzünü hak dine çevir, sakın müşriklerden olma!” buyuruldu.

﴾106﴿
Allah’ı bırakıp sana yararı da zararı da olmayan varlıklara tapma; bunu yaparsan, kuşkusuz kendine yazık edenlerden olursun.

﴾107﴿
Allah sana bir zarar verecek olursa, onu O’ndan başka giderecek yoktur. O senin hakkında bir iyilik dilerse onun lutfunu engelleyebilecek de yoktur. Bunu kullarından dilediğine nasip eder. Bağışlayan ve esirgeyen O’dur.

﴾108﴿
De ki: “Ey insanlar! İşte size rabbinizden gerçek gelmiştir. Artık kim doğru yolu tutarsa kendi lehine bu yolu seçmiş, kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Ben sizin adınıza hareket edecek değilim.”

﴾109﴿
Sana ne vahyedilirse ona uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.

Tefsir (Kur'an Yolu)​


Peygamberlerin görevi Allah tarafından bildirileni olduğu gibi insanlara tebliğ etmek ve ilâhî mesajın doğru anlaşılması için gereken çabayı sarfedip insanları aydınlatmaya çalışmaktır (105. âyetteki “hak din” diye çevirdiğimiz “hanîf” kelimesinin açıklaması için bk. Bakara 2/135).

İnsan bir taraftan kendi sorumluluğunu göz ardı etmeden üzerine düşeni yerine getirmeye çalışırken, bir taraftan da hiçbir güç ve iradenin yüce Allah’ın güç ve iradesine sınır getiremeyeceğinin bilincinde olmalı ve yalnız O’ndan yardım dilemeli, O’na sığınmalıdır.
Kaynak :
 
Geri
Üst